Türk Tarihinde Esnaf Teşkilatı
Anadolu’da 13. ve 14’üncü yüzyıllarda oluşup gelişen ve kısa denebilecek zaman zarfında hayli geniş bölgelere yayılan, sosyo-kültürel bir esnaf teşkilatı niteliğini koruyan Ahilik, kökeninde fütüvvet teşkilatının tesir ve nüfusu bulunmakla beraber özü itibariyle bir Türk kuruluşudur. İmrenilmeye değer prensipleri; günlük hayatta ekonomik, ahlaki, yardımsever ve yiğitlikle bezenen uygulamaları ile Türk halkı tarafından kolayca benimsenen bu kuruluş, öğrenilmeye, sevilmeye ve tanınmaya değerdir.
Dünya tarihinde her yönüyle çağdaş milletlerden üstün, büyük, kudretli ve ileri olabilme mucizesini göstermiş olan Türk-İslam kültür ve medeniyeti, bu üstünlüğünü bazı batılı tarihçilerin öne sürdüğü gibi kılıç kuvvetinden, bilek gücünden almamıştır. Türk-İslam İmparatorluğu’nun sahip olduğu kültür yüksekliğidir ki, ona büyük, geniş ülkeleri idare etme kudretini vermiştir. Eğer o kültürün her sahasında zamanının en yüksek derecesine ulaşmamış olsaydı, uygarlığın türlü çemberinden geçmiş olan ülkelerde hakim olabilir miydi? O kültür ve medeniyetin kudret ve kuvveti, ileri bir zihniyetle karşısındaki kavimlere üstün olabilecek tarzda siyasi, askeri, fikri ve iktisadi münasebetlerde medeni bir seviyede olmasındandır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda büyük faydaları görülen Ahilik, imparatorluğun kuruluşundan sonra esnaf kurumları halinde devam etmiştir. Osmanlı devleti layıkıyla kurulduktan sonra siyasi rollerine lüzum kalmayan Ahilik, sadece hayırsever esnaf kurulları tarafından sürdürülmüştür.
Loncalar sendikaların işini de görmekteydi
Her yönü ile içtimai düzene sahip eski cemiyet hayatımızda, ticaret ve zanaat ile meşgul olmak, bir dükkan açmak veya imalathane kurmak serbest değildi. ‘Gedik’ tabir edilen bir tahdide tabiiydi ve her sınıf esnaf ve sanatkar halinde toplanmıştı. Lonca mensupları ise devamlı kefalete bağlanmıştı. Gedik sahiplerinden biri ölür ve sanatı terk ederse dükkan veya imalathane o işin başında bulunup çalışmak şartıyla evladına kalırdı. Evladı yok ise veya baba mesleğini terk etmişse, o zaman gedik fonksiyonunu kaybetmiş addedilir ve lonca tarafından dükkan veya imalathane sahibi olmaya layık görülen bir kalfaya devredilirdi. Eski gedik sahibinin mirasçılarına işi terk etmiş evladına da dükkan veya imalathanede kalmış malın bedeli ile gediğe takdir edilecek bir peştamallık bedeli ödenirdi.
Sanat sahiplerinin aralarında muntazam teşkilat ve birlik kurmalarına Anadolu Türkleri arasında 13’üncü yüzyıldan beri rastlanmaktadır. Bu teşkilat o zamanlar dini ve iktisadi bir mahiyet taşımaktaydı. Abbasi Halifesi Nasr- Li Dinillah’ın bir meslek haline getirdiği fütüvvete girip cömertlik, gariplere yardım etmek, zulüm görenleri korumak gibi işlerle tanınmış olanlara Anadolu’da Ahi denmiştir. Fütüvvet, Anadolu’da 13’üncü yüzyılda meydana çıkmaya başlayıp daha sonra muntazam teşkilatlı bir hale gelmiş olan dini-iktisadi zümrelerin esnaf ve sanatkar birliklerinin nazariyelerine topluca verilen isimdir.
Bugünkü manasıyla üretim kooperatiflerine benzeyen loncalar, aynı zamanda sendikaların işini de görmekteydi. Malın kalitesini daima yüksek tutmak, standart istihsal temin etmek, kalifiye işçi yetiştirmek, iş ve ticaret ahlakının muhafazası, işçinin himayesi, ihtikarın önlenmesi, malın değerlendirilmesi ve bu değerini muhafaza etmesinin sağlanması loncaların gördüğü işlerdendi.
Usta, çırak ve kalfalar
Her sınıf esnafının idaresini elinde tutan bir ihtiyar heyeti vardı. İhtiyar heyeti, her sınıf esnafın kendi aralarında seçtikleri 6 ustadan ibaretti. Esnaflar arasında herhangi bir mesele hakkında şikayeti olanların ilk başvuracakları kişi yiğitbaşı idi. İşçibaşı kahyanın lonca toplanma kararını vermesi üzerine ihtiyar heyetinde bulunanları çağırmak ve meseleyi duyurma vazifesiyle görevlendirilmişti. Ehl-i hibre, ihtiyar heyetinin üyelerini teşkil ederdi. Bunlar toplantılarında alınacak kararlarda hakemlik rolü oynarlardı. Ehl-i hibre olanlar o meslekten anlayan, herkesin saygı ve sevgisini kazanmış olan kimselerdi. Şeyh, esnafın idare heyetinde her zaman bulunmayan kimseydi. Esnafın en küçüğünden, en büyüğüne kadar herkes onu sayardı. Meclislerde nasihat etmek, o sanatın geçmişi hakkında bilgi vermek şeyhlere düşerdi.
Herhangi bir sanatta çalışanlar üç gruba ayrılırlardı: Ustalar, kalfalar ve çıraklar. Ustalar, sanatı iyi bilenler ve aynı zamanda sermayedarlardı. Kalfalar, usta olmaya aday ve henüz sermayesi bulunmayan ücretli usta işçilerdi. Çıraklar ise sanata henüz girmiş ve çok defa ücretsiz çalışan heveslilerdi. Kalfalık ve çıraklık müddetleri muhtelif esnaf sınırlarına göre değişmekle birlikte çok defa 1001 gün olarak itibar olunmuştu. Yani en az 1001 gün çıraklık yapanlar, kalfalığa ve bir o kadar kalfalık yapanlar da ustalığa geçmek hakkını kazanırlardı. Bir pirden öğrenilen sanat, nesilden nesile ulaştırılırdı. O sanatı en iyi bilen kişi usta sayılırdı. Ustaların çıraklar ve kalfalar üzerindeki otoritesi kesindi. Çıraklar ustalarının yanında konuşmaz ve gülmezlerdi.
Yardımlaşma ön plandaydı
Loncalarda ustalık, peştamal kuşanma denilen ve bir çeşit iffet kemeri demek olan peştamalın, lonca kahyası tarafından yeni usta adayının beline dolanması şeklinde cereyan eden bir törenle verilirdi. Merasim başlarken, usta olacak kalfanın yaptığı işler lonca heyetine arzolunurdu. Heyet eserleri tetkik eder, bir torba içine koyup mühürlerdi. Sonra usta namzedi tören mahalline doğru yürürdü. Bu sırada “Esselamüaleyküm ya ehli şeria”, daha sonra “Esselamünaleyküm ya ehli tarika” ve Esselamüaleyküm ya ehli hakika” ve nihayet “Esselamüaleyküm ya ehli marifet” diye dört kapı selamını tamamlar ve usta namzedini, loncasına teslim ederdi. Usta namzedi, yaş ve kıdem sırasına göre el öper, hayır duası alırdı. Sonra ölünceye kadar mesleğinde şeref ve namusla çalışacağına dair Kuran-ı Kerim üzerine yemin ederdi.
Müteakiben yiğitbaşı torbayı açarak, usta adayının yapmış olduğu işleri gösterirdi. Kahya, elini öpen usta adayının sol omzuna elini koyarak, “sabür ol, hamül ol, mütevekkil ol, haram yeme, haram içme, el ve eteğini temiz tut, koymadığın mala el uzatma, gördüğün iyiliği unutma, sana fenalık edeni sen affet, yürü Allah yardımcın ola..:” derdi. Sonra sıra kökü Ahi teşkilatına dayanan şed bağlama işine gelirdi. Usta peştamalı kahyaya verir, o da genç ustanın beline bağlar ve alçak sesle kulağına sanatın esrarını söylerdi. Tekrar el öpülür, davul zurna çalmaya başlardı. O sırada yiğitbaşı “ilk siftah uğruna aşk ola” diye bağırarak yeni ustanın yapmış olduğu eserleri mezat usulü ile satmaya başlardı. Mezat sonu toplanan para yeni ustanın açacağı dükkana ilk sermaye olurdu.
Her loncanın ‘avarız’ denen bir tasarruf sandığı bulunurdu. Lonca mensupları, gedik sahibi, ustası, kalfası ve çırağı kazancından muayyen bir miktar parayı bu sandığa yatırmakla mükellefti. Herhangi bir felaket karşısında bu sandıktan yardım görürlerdi. Daha sonraları bu esnaf loncalarındaki tasarruf sandıklarının kaldırılarak, sermayelerinin hazineye devredilmesi, loncaların sırt dayadıkları bu iktisadi desteği kaybederek, kudret ve garanti kaynaklarından uzak kalmalarına sebep olmuştur.
Kaynak:TESKOMB, Aralık 2005