Ben Öğrenciyken
Ben ÖğrenciykenVeya
CİNDİ
Yazan
Mustafa ACAR
(1966 Urfa doğumlu.
Edebiyat Fakültesi mezunu.
Oyun ve deneme alanında yazılar yazar.
Dünyanın; sanatçıların ve sanatseverlerin yüzüsuyu hürmetine
hala bir parça yeşil kaldığına inanır.
Aşağıdaki oyunu, Urfa’da yaşanmış/kurgulanmış bir öğrencilik hikayesidir.)
musar63@hotmail.com
Oyun
2 Perde
Kişiler:
Anlatıcı (Orçun): Türkçesi düzgün, yakışıklı; bakımlı bir ortayaşlı.
Cindi: Orçun’un arkadaşı. Bozuk Türkçeyle konuşan, yoksul bir Anadolu delikanlısı (Viranşehirli).
Gül öğretmen: Timsal bir öğretmen.
İlkokul öğretmeni
Din dersi öğretmeni
Edebiyat öğretmeni
Müdür
Müdür yard.
Gülmisal
Gülpembe
Gulinas (Gülenaz)
Muavin
İriyarı adam
Dekor:
1. Bir sınıf; bir okul sırası ve bir masa.
Arkada bir kitaplık.
2. Kenarda basit bir ev ortamı; iki sandalye, bir masa vs.
(Anlatıcı (Orçun) anlatırken, anekdotlarının arasına, bazen kısa, bazen de uzun müzik parçaları girer.)
1.
Anlatıcı (Orçun) sahneye girer.
Selamladıktan sonra tebessümle seyirciyi süzer.
Orçun:
Hoşgeldiniz!
Ne iyi ettiniz de geldiniz! Sağolun, varolun...
Yani bunca işiniz arasından... Değil mi... Onca meşgaleniz; programınız varken... tiyatroya vakit ayırmak... Valla helal olsun! Başkası olsa, üste para versek gelmezdi; siz, üste para vererek geldiniz... Ne diyeyim, Allah (‘akıl fikir’ diyecekken) ... bereket versin!
Buraya gelirken karşılaştığınız zorlukları düşünüyorum da... Sen kalk; yağmur, çamur, soğuk deme; Balıklıgöl dolmuşunu bekle; dolmuş tıkış tıkış gelsin; sen sıkış sıkış bin... (Burnunu tutarak) Bi yandan içerdeki o özgün kokuyla, bi yandan da muavinle cebelleş:
(Minibüsün muavini girer. Muavin hırpani ve hoyrattır. Etrafa bağırır:)
-Hayde Aharbaşı, Balıhlıgöl, Aşağı Çarşı...
(Bir ses:)
-Otübis ğarajına giriy mı?
-Yoh; (alçak sesle) anayın ğarajına giriy. (Etrafa) Aharbaşı, Balıhlıgöl... (Uzağa seslenir) Heeey, gelmisiz mı? (İçeriye) Deam et usta! (Yolculara) Geriye dorğı ilerliyelim beyler, geriye dorğı ilerliyelim... Eeet ücretleeer? (Anlatıcıya) Parayı verdi mı la?
-Verdim.
-Yalançiyın? (=Yalancının?)
-Yassabur yallaaah!
-Yassabur yallah? (Yakasını tutar.) Bura bah; bi eşkimişlığiy varsa aşağı enah (=inelim), istisen?
-Ya ne ilgisi var kardeşim, bırak yakamı ya!
-Ne ilgisi varsa, ben deyem ‘yalançiyın’ niye demisen böyle böyle olsun öylese!
-Tamam olsun; yalan söyleyen senin gibi olsun!
(Çıldırır:)
-Benim kimin? Yanı ülbe (=yoğurt kabı. Argoda “ibne” anlamı vardır.) olsın, öyle mı?
-Ne ülbesi ya! Ne alakası var kardeşim? İşine git Allasen! Tiyatroya gidiyorum ben, geç kalacağım senin yüzünden!
(Kolunu kavgaya hazırlanmak üzere sıyırırken şoföre seslenir:)
-Hele usta sağa çek! Burda bi arhaaş var; deyi illehim biye bi tiyatro filmı çevirın!
Müzik.
Neyse ki, araya birileri girer, muavini sakinleştirir... Fakat sen henüz derin bi nefes almışken, önündeki altmışlık nine aniden dönüp yüzüne bi lappan tükürür:
‘Hele o yanı get; nedir arhama yapışmışsan, itin enigı! Şimdi abeme cep telefunı ederem, gelir senı parçalar ha!’
Müzik.
Anlatıcı, seyirciye döner:
Nihayet binbir meşakkatle tiyatroya varırsınız. Fakat tiyatroya geldiğinizde, kapıdan geçmek öyle sandığınız kadar kolay olmayabilir. Protokoldenseniz sorun yok! Rahatlıkla geçersiniz: (Eliyle ‘çekilin’ hareketine, ağzıyla anlaşılmaz bir ‘hastirin lan’ sözü eşlik eder.)
Fakat benim gibi mütevazı bir yurttaşsanız işiniz zor: Kapıdaki görevli, kendini ispat etmek için jokere per arıyor zaten! Siz davetiyenizi uzatıp içeri girmek istersiniz; fakat bizim Murtaza hemen önünüzü keser.
(Kapıcı girer.)
-Hoop hemşerim, hop! Nasıl öyle hemen direkman içeri giriyorsun! Burası babanın... yok, neydi lan onun adı, hah ringonun... (Dışarıya seslenir:) Ya bu ‘ringo’ muydu, ‘dingo’ muydu? Hı? Gerçekten mi? Yani ben şimdi cümle içinde o şekil kullansam, kimse bana cahil mahil demez değil mi? Tamam o zaman! Yav demek ki ben şindiye kadar yanlış bilyemmiş! Neyse; (Anlatıcıya döner) burası dingonın ahırı mı, öyle hemen elini kolunu sallaya sallaya....
-Uzatma kardeşim ya, davetiyem var benim; al işte, al!
(Alıp inceler:)
-Bi dakka; hani bunun resmi mühür tasdik onayı?
-Bu saatte ne mührü, ne tasdiki ya!
-Zaten bu saatte geçti artık; bugün git yarın gel!
Başlarsınız alttan almaya, hürmet etmeye... Fakat Onu yumuşatayım derken, siz kasılırsınız...
İçeri girip oturduktan sonra da sıkıntılar devam eder. Önünüzdeki uzun ve iri bir adamsa yandınız.
(Anlatıcı, tiyatro koltuğuna oturur. Önüne iriyarı bir adam gelir. Adamdan sahneyi göremeyen anlatıcının çırpınışları.)
-(Kendi kendine) Yav bu, biraz öne doğru... (Önündeki adama) Pardon, beyefendi?
-Buyur?
-Azıcık biraz eğilseniz, diyecektim...
-Ne tarafa?
-Öne doğru!
-Öne doğru değil de, yan tarafa olsa?
-O da olur!
-Hayır, ben alternatif sundum sadece!
-Neyin alternatifi!
-Yani ne tarafa olsun, karar ver ki, ona göre eğileyim.
-Farketmez ya, o kadar önemli değil!
-Önemli değil? O zaman niye beni rahatsız ediyorsun ki? Madem önemli değil? Hı?
-Oyun başladı. Önüne dön! Bak, başladı!
-Çıkışta beklemezsen var ya... (Yanındakine) Cuma, unutursam hatırlat bunu! Hayret bi şey ya!
Müzik yükselirken adam kendi kendine konuşmaya devam eder.
Adama bak ya, insaniyetlik yapalım diyoruz, fark etmez diyo, hayır madem farketmiyo...
Müzik iyice yükselir. Işık.
Diyeceğim şu; onca riski göze alıp, onca eziyete katlanıp da buraya kadar geldiğiniz için, size ne kadar teşekkür etsem, sizi ne kadar alkışlasam azdır!
Elimden gelse sizi El-Hurra’da (= “El-Ruha” oteli) ağırlardım. O hani yoksulluğumuzdan yarattığımız dolarların düğünde eğlencede hesapsızca havalarda uçuştuğu beş yıldızlı görgüsüzlük merkezimiz var ya... Orda işte... Fakat benim o kadar imkanım yok, yazık ki... Size ancak oyunun sonunda çiğköfteyle şıllık (bir tatlı çeşidi) ikram edebilirim en fazla. Daha fazlasını hakediyorsunuz da, idare edin artık!
Yalnız, sizlerden ricam; gerek çiğköfteyi, gerekse şıllık’ı, çevreyi rahatsız edecek tarzda yemeyin! Hayır, bazı arkadaşlarımız ‘şşullulupah...’ şeklinde kendini kaybedercesine yiyor! Olmasın lütfen!
Diyeceğim, tiyatro, bazı sıkıntıları göze almaya değen bir şeydir yani. Önemlidir. Bazıları tiyatronun önemini bilmez; sanar ki, tiyatro sanal ve yapay bir dünya sunar bize; gerçekle örtüşmez! Halbuki tiyatro, hayattan daha gerçektir! Dikkatle bakarsanız hayat, ruhsuz bir oyundur; tiyatro ise bu oyuna ruh katan bir hayat...
Böyle büyük gerçekleri ne zaman mı öğrendim?
Öğrenciyken tabii...
Müzik.
2.
Günün anlam ve önemine geçebiliriz artık!
‘Günün anlam ve önemi...’
Size neyi çağrıştırıyor bu söz?
Resmiyet’i değil mi? Resmi açılışlarda; kutlamalarda hep bu tabir kullanılır.
Fakat en çok da okulda kullanılır. Pek de anlamlı geçmeyen okul günlerine anlam ve önem katmanın yöntemlerinden biri olsa gerek:
Anlatıcı, müdür iki elini arkada kavuşturmuş, dimdik yürümekteyken, heyecanla yanına koşar:
-Müdür bey, müdür bey!
-N’oldu müdür bey yardımcısı?
-Müdür bey; öğrenciler bugün okulu protesto etmeye hazırlanıyorlar!
-Anlamadım?
-Hani bi öğrencinin kafasını patlatmıştınız ya?
-Hangisi? Sabahkisi?
-Yok, öğlenkisi... Sabahkinin gözü patlamıştı. Karıştırdınız!
-Doğru ya! İkisi de patlama şeklinde cereyan edince... (Kızar) E, karıştırırım tabii kardeşim; bi başıma, bilgisayar mıyım hepsini aklımda tutayım; sözde yardımcım olacaksın! Nasıl yardım bu! Görev paylaşımı yapmış mıyız? Yapmışız! Sabah ben dövüyorsam, öğlen de sen döv kardeşim! Okuldaki bütün önemli görevleri üstüme yıkarsanız, olur mu canım!
-Haklısınız!
-Bana ‘haklısınız’ deme; haklı olduğumu yukarda Allah da biliyor, kul da...
-Kul, aşağıda değil miydi?
-Yukardaki kulları diyorum...
-Anladım!
-Neyse; neymiş bu öğrencilerin derdi?
-İşte, bunlar kendi aralarında anlaşıp, bugünü ‘okul idaresinin zulmüne karşı isyan günü’ olarak ilan etmişler!
-Ne! Ağaya isyan ha! Bunlar kendilerini ne zannediyorlar! Biz olmasak, it bile ellerinden ekmek almaz!
-Haklısınız!
-Haklısınız deme! Hemen okulu topla; günün anlam ve önemi üzerine bir konuşma yapacağım!
Müzik.
Öğrenciler palas-pandıras, apar-topar, zorla sınıflardan indirilir; bahçeden, şurdan-burdan toplanır, tören vaziyeti alınıp başlanır:
(Anlatıcı, elindeki mikrofonu sınar:)
- Si, si, Ses... bir-ki, bir-ki-üç, bir-ki-üç, (bir şarkıcının taklidini yaparak kitleyi yönetir:) Son-ki-üç-dört; Allah Allah Allah bu nasıl sevmek, Allah...
(Müdür keser:)
-Hüoop! N’apıyorsun sen lan!
-Efenim, ben, öğrencilere sempatik şekilde yaklaşarak, imaj bakımından...
-Ciddi ol, ciddi ol! Okul burası okul! Tiyatro mu!
-Haklısınız...
-Başla hadi!
-(Ciddi bir poz takınarak hitab etmeye başlar:) Si... Değerli okul müdürüm...
-‘Sayın okul müdürüm, sayın okul müdürüm’... ‘Değerli’ miyim ben!
-Değil misiniz?
-Değilim tabii! ‘Sayın’ diyeceksin!
-Sayın okul müdürüm, sayın öğretmenlerim, sayın...
(Müdüre bakar. Müdür Ona gözleriyle ‘hayır’ işareti yaptıktan sonra:)
-Şımarırlar!
-Sayın... dan sayılmayan öğrenciler; bugün burada... (Müdüre döner) niçin toplandık müdürüm?
-(Düşünür) ‘Okul İdaresini Sevme ve Yaşatma Günü’ vesilesiyle...
Müzik.
-Evet; bugün burada, ‘Sayın İdarecilerimizi Sevme ve Yaşatma Günü’ vesilesiyle toplanmış bulunmaktayız! Şimdi günün anlam ve önemi üzerine konuşmalarını yapmak üzere, değerli, yok değersiz, amaaan sayın okul müdürümüz Şahin beyi huzurlarınıza davet etmeden önce, hazır mıyız? Son, ki üç dört; Allah Allah Allah, bu nasıl sevmek...
(Müdür hışımla gelip elindeki mikrofonu alır:)
-Ver be şunu!
Müzik yükselir. Işık.