Mozart, Picasso, Einstein: Dahilerin sırları ne?
Mozart, Picasso, Einstein, Darwin, gibi dünyayı etkilemiş olan dahiler, nasıl daha farklı düşünebiliyor? Sırları nedir? Yaratıcılıkta, genetik yapıdan sezgiye kadar bir dizi etken rol oynuyor.Calışkan, başarılı öğrencilerin aksine, dáhilerin aklında fikirlerin birdenbire, ani bir şimşek çakması şeklinde ortaya çıktığı bilinir. Arşimed banyoya girdiğinde, Newton kafasına "elma" düştüğünde, Einstein parlak bir ışını gördüğünde, Mozart ise yemek sonrası gezintileri sırasında adeta birdenbire esinlenerek buluş ve yapıtlarını ortaya koydu. Günümüzde bilim dünyası, teknolojinin de sunduğu olanaklarla dahilerin beyinlerinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor.
Fransa'da Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi'nden Nathalie Tzourio Ğ Mazoyer ve Louvain Üniversitesi'nde, bilişsel nöropsikoloji biriminden Mauro Pesanti, en karmaşık matematik hesaplamalarını kafasından yapabilen Alman genci Rüdiger Gramm'ın beynini ve aynı zamanda ona yaşıt olan altı deneğin beyinlerini inceledi.
Deney sırasında hem Alman gencin hem de diğerlerinin hesap makinesi kullanmadan, bazı matematik hesapları yapmaları istenerek, kamera görüntüsüyle beyinlerindeki faaliyetler izlendi.
Epizodik bellek
Bu karşılaştırmada, Alman gencinin beyniyle diğer deneklerin beyinlerinde harekete geçen bölgeler arasında önemli farklılıklar olduğu gözlendi. Deney sonunda beyinde, uzun süreli bellekte etkin olan beş bölge gözlendi.
Buna göre, altı deneğin beyninde, en çok on veriyi içerebilen sınırlı bir bellek ortaya çıkarken, Alman gencinin çok daha fazla miktardaki veriyi aklında tutabildiği gözlendi. Araştırmacılar bu durumu, bilgisayarların hard Ğ diskiyle karşılaştırılabileceğini kaydettiler.
Bu deneyde elde edilen sonuçlar, Mauro Pesanti'nin birkaç ay önce yayınladığı Mathematical Cognition adlı çalışmasındaki verileri de doğruluyor. Pesanti burada, psikolojik bir araştırmadan yola çıkarak, Alman gencinin uzun matematik hesaplamalarını doğrudan belleğinde tutabildiğini gösteriyordu.
"Epizodik" olarak adlandırılan bu tür belleğin, kişinin bireysel deneyimleriyle yakından bağlantılı bir özellik taşıdığı gözlendi
Beyinde egzersiz etkeni
Bu deneyler, uzun süreli bir egzersizin belli bir konuda beyinde harekete geçen bölgeleri değiştirebileceğini gösterdi. Buna göre, bir mantık problemini çözmeleri istenen deneklerden yüzde 90'ının algılama hatası yaptıkları gözlendi.
Bu gruba daha sonra bu yanlışı düzeltmelerini öngören bir egzersiz programı uygulandı. Sonuçta kamera görüntüleri, daha önceki problemleri yanlış yanıtlayanların yüzde 90'ının, bu kez farklı beyin bölgelerini etkinleştirerek doğru yanıt verebildiklerini ortaya koydu. Bu veriler kişinin, yoğun bir egzersiz programının ardından, sadece bilişsel stratejilerini değil beynin faaliyetlerini de kökten değiştirebildiğini gösterdi.
Tüm bu deneylerden elde edilen sonuçlar da bilinen tüm dahilerin, zamanının tümünü belli bir konuya ayırıp böylece farklı yetenekler ortaya koyabilen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen manyaklar olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.
Telafi mekanizması mı?
Gerçekten de, biraz kaba bir tabirle "Ebelek bilim adamları" görüşü bu deneylerden elde edilen verilerle örtüşüyor. Bu kişiler, müzik, matematik, resim v.b. alanda olağanüstü bir yetenek sergilerken, diğer konularda vasat bir zeka düzeyine ulaşabiliyorlar.
Hatta tek bir konuya odaklanmak (örneğin, otistlerde görülen takvimlerdeki günleri ezberleme gibi) bir organın yetersizliği sonucu dış dünyayla ilişkilerini geliştirememekten de kaynaklanabiliyor. Buradan yola çıkarak, dünyada iz bırakmış kişilerin dehaları bazı kapasitelerindeki eksiklikleri gidermeye yönelik bir telafi mekanizması şeklinde açıklanabilir mi?
Nitekim Einstein'ın çok geç konuşmaya başladığı, hatta olgun yaşta bile düşüncelerini sözcüklerle ifade etmede zorlandığı bilinen bir gerçek.
Entelektüel kapasite
College de France'dan nörobiyolog Jean Ğ Pol Tassin, entelektüel kapasitenin gelişmesinde psikolojik ve çevresel faktörleri inkár etmemekle beraber, "zeká"nın oluşumunda genetik yapının belirlediği organik özelliklerin altını çiziyor. Tassin zekánın işleyişinde iki farklı yöntemin rol oynadığına dikkat çekip bunları örneksemeli ve bilişsel olarak açıklıyor.
Örneksemeli yöntemde bilgi Ğörneğin, bir yüzĞ, kişinin farkına varamayacağı kadar son derece hızlı bir şekilde işleniyor. Bilişsel yöntemde ise tam tersine, bilgi kalıcı olup bilinçli bir şekle bürünüyor. Bilişsel yöntem prefrontal korteksten kaynaklanıp bu bölgenin olgunlaşmasıyla gelişiyor.
Bazı kişiler de organik kapasiteleri daha elverişli olduğu için bilişsel yöntemlerle öğrendikleri bilgileri diğerlerine göre daha uzun süre akıllarında tutabiliyorlar.
Zeká aynı zamanda yavaş ve bilinçli bilişsel yöntemden örneksemeli yönteme ya da tersine bir geçişi de kapsıyor. Nitekim Alman gencinin kendisine verilen matematik hesaplarını kafasından hemen yapması, diğerlerinin ise bilişsel yöntemle uzun uzun düşünmesi buradan kaynaklanıyor. Bu örneksemeli yöntemdeki gelişme de uzun süreli bilişsel çalışma sonucu sağlanabiliyor.
MANİKDEPRESİF PSİKOZDAN ANFETAMİNLERE
Schumann, Van Gogh, Virginia Woolf, Edgar Poe, Gustav Mahler, Alexandre Dumas, Hemingway, Paul Gauguin..... Bu ünlülerin hepsinin dehaları dışında ortak noktaları manikdepresif psikoz hastalığına sahip olmalarıydı. Bu hastalık çok büyük heyecanlar (MANYAKLIK EVRELERİ) ve aşırı ruhsal çöküntü (depresyon evreleri) dönemlerini içerir. Sıradan insanlarda yüzde 1 oranında görülen bu hastalık, sanatçılarda oldukça yüksek bir oran olan yüzde 10'lara varabilir.
MANYAKLIK EVRESİNDE kişiler kendilerini mutlu hissedip, yoğun bir entelektüel aktivite sergileyebiliyor. Bu süreçte büyük miktarda noradrenalin salgılanmasına tanık olunur.
Sağlıklı bir kişide MANYAKLIK EVRESİNDE eşdeğer bir evre yapay yollardan, anfetamin aşılanarak da yaratılabilir. Böylece bilişsel kapasiteleri iyileştiren noradrenalin salgısı sağlanır. Ancak bu yoğun uyarı sürecinin ardından nöronlar hemen hemen etkisizleşir ve kişinin entelektüel faaliyetlerinin neredeyse tamamen durduğu depresyon süreci ortaya çıkar. Ayrıca anfetaminin etkisi altında bilişsel kapasitenin iyileşmesi yapay bir durumdur.
Nitekim, Alman gencinin matematikteki, Chopin'in müzikteki dehası da buradan kaynaklanıyor. Bu nedenle de doğuştan gelen ya da sonradan edinilen yetenekler arasında ayrım yapmak zorlaşıyor.
Fikirlerin çakması
Günümüzde kişinin yaratıcılığını fiziksel olarak ölçmek mümkün olmasa da dahilerin deneyimleri bilim adamlarına bu konuda önemli ipuçları sağlıyor. Nitekim Einstein ve Poincare, yaratıcılık süreçlerini anlatan pek çok metni kaleme aldılar. Her ikisi de her şeyden önce yaratıcılığın ani bir şimşek çakması şeklinde ortaya çıktığına vurgu yaptı. Dehanın bilinçli ve uzun bir çözümleme sürecinden çok, her tür mantık ve rasyonalizmden uzak, ani bir bilişsel atak ve aydınlanma anının ürünü olduğunu dikkat çekildi.
Poincare de yaratma sürecini dört ayrı evrede tanımlıyor; bunlar
-sindirme,
-hazırlık dönemi,
-aydınlanma ve
-açıklama şeklinde sıralanıyor.
Sindirme, kişinin bilinçli olarak sorunu özümseyeceği dönemi kapsıyor. Daha sonra ise, önceden edinilmiş olan veriler bilinçsiz bir şekilde ilerlerken kişinin bunları "ele aldığı" evre geliyor. Üçüncü aşama olan "aydınlanma" süreci ise çözüm aniden, beklenmedik bir anda ortaya çıktığı için en çarpıcı evre olarak tanımlanıyor.
Son evre olan "açıklama - doğrulama" ise, belli bir mantık çerçevesinde fikirlerin birbirlerine eklemlenmesiyle "aydınlanma" evresindeki içeriğin rasyonel terimlerle ortaya konulmasını sağlıyor.
Bilinç yeterli mi?
Scienve et Vie dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, tüm bu süreç de, ani çözümleme olarak tanımlanan olgunun gerçekte, bilginin uzun süreli bilinçsiz işlenmesinin ürünü olduğunu gösteriyor.
Yaratıcılık sürecinde "sezgi"yi de bilimsel olarak tanımlamak gerekiyor. Nörobilim uzmanı Claire Petitmengin L'Experience intuitive adlı yapıtında, bazı sorunların çözümünde bilinçsiz, bilişsel mekanizmaların rasyonel, bilinçli düşünceden çok daha etkili olduğunu belirtiyor.
Bilinçli düşünce daha çok önceden belirlenmiş, bir dizi algoritma uygulaması gerektiğinde etkili olabiliyor. Örneğin, bir dizi rakamın olduğu sayılarla uzun bir toplama işlemi gerçekleştirebilmek için bu unsurdan yararlanılıyor.
Ancak yaratmak gerektiğinde salt bilinç yeterli olmuyor. Anglo Ğ Saksonlar, belli bir mantık zinciri çerçevesinde çözümlenemeyecek, düşüncelerde süreklilik gerektirmeyen sorunları "insight problems" olarak adlandırıyorlar. Saf mantık ve kesin kurallar gerektirmeyen bilinçsiz düşünce bu süreksizliğe olanak tanıyor.
Darwin'in dehası
Darwin Arşimed'den farklı olarak ani bir şimşek çakması sonucu değil fikirlerinin uzun bir olgunlaşma sürecini tamamlamasının ardından doğal seleksiyon teorisini açıkladı. 1831Ğ1836 yılları arasında Beagle gemisiyle Galapagas adalarına giden Darwin, kendi selefleri Lamarck ve dedesi Erasmus, özellikle de İngiliz ekonomist Malthus"un toplulukların çoğalmasıyla ilgili görüşlerini de katarak yeni türleri inceledi. Sonunda, 1859 yılında insanın kendi türüne bakış açısını kesin olarak değiştirecek teorisini ortaya koydu.
Arşimed'in Evrekası
Arşimed, ağzına kadar suyla dolu hamamında nesneleri batırırırken aniden kafasında bir şimşek çakar: Batırılan cisimler yukarıya doğru yönelen ve hamamdan taşan suyun ağırlığına eşdeğer dikey bir kuvvete maruz kalmaktadır. Arşimed o andan itibaren buluşunu duyurmak için hamamından fırlayıp çırılçıplak ve ıslak bir şekilde Sirakuza'nın sokaklarında koşmaya başlar. Bu hikayenin doğru olup olmadığını kimse bilmese de Arşimed'in çığlığı yeni buluşların peşinde koşan araştırmacıların kulaklarında çınlamaya devam ediyor.
DAHİLERİN DEHAYLA İLGİLİ SÖZLERİ
Thomas Edison:
"Deha yüzde 1 esinlenme, yüzde 99 ise terlemeden ibarettir".
Goethe:
"Kişinin bilmediği ya da hiçbir şekilde fikrinin olmadığı düşünceler gece kafasının labirentlerinde dolaşır."
Poincare:
"Mantığımızla kanıtlar, içgüdülerimizle yaratırız." Geometri ya da herhangi bir başka bilim için salt mantıktan daha fazla şeyler de gerekir. İçgüdü dışında da bunu tanımlayabilecek başka bir sözcük yok".
Uzayda ilk kez spiral manyetik alan saptandı!
Amerikalı astronomlar yıldızlararası uzay alanında ilk kez spiral biçiminde bir manyetik alan saptadı. Manyetik alan Orion takımyıldızındaki bir gaz bulutunun etrafında tıpkı bir tirbuşon gibi kıvrılmakta. Astronomik bir modelle daha önce bu tür spiral biçiminde manyetik alanlar yıldız doğumlarıyla ilişkilendirilmişti. Berkeley Üniversitesi'nden Carl Heiles şimdi son gözlemiyle bu model için deneysel bir kanıt bulmuş olabilir.
Bilim adamları bu çok zayıf manyetik alanı ölçebilmek için dünyanın en büyük tam hareketli radyoteleskopu olan Green Bank teleskopundan yararlandılar.
Teleskopun 100m genişliğindeki çanağı gaz bulutuna doğru çevrilerek sistematik olarak tarandı. Her ölçüm noktasında buluttan gönderilen radyo dalgaları kaydedildi.
İki yeni yıldız yolda
Radyo dalgalarının karakteristik dalga uzunluğu manyetik alan tarafından çok sayıda dalga boyuna bölünmekte. Bu tipik bölünmeden, bilim adamları gaz bulutunun çeşitli yerlerindeki manyetik alanın kuvveti hakkında bilgi edindiler. İşin zor tarafı, son derece zayıf sinyallerin doğru değerlendirilmesiydi.
Sonuçta radyoteleskop sadece 1.750 ışık yılı uzaklıktaki gaz bulutunu kaydetmekle kalmayıp, uzaydaki ve dünyadaki birçok radyo dalgalarına karşı da duyarlı. Bilim adamları ölçümleri kombine edip gaz bulutunun sinyalleriyle karşılaştırdıklarında, manyetik alan çizgilerinin yılankavi biçimde olduğu sonucuna vardılar.
Manyetik alanlar yerçekimi kuvvetiyle birlikte, gelecekte iki yeni yıldızın oluşacağı yoğun bir bulutu gösteriyor. Bilim adamları bununla birlikte spiral biçimin kesin olarak doğrulanabilmesi için yeni gözlemlerin gerektiğini bildirdiler
İntihar eden çekirgelerin sırrı çözüldü!
Çekirgeler niçin suya atlayıp intihar ediyorlar? Nedeni, bir parazitin moleküler düzeyde çekirgeleri manipüle edebilmesi. Bu olağanüstü stratejinin sırrı çözüldü! Küçük çekirge Meconema thalassinum saatlerdir otların içinde ilerliyor. İlk bakışta, en sevdiği yiyecek olan böcek kadavralarının peşinde olduğu düşünülebilir.
Ancak onun sıçrayışlarını yönlendiren yiyecek değil. Amacı kararlı adımlarla yaklaştığı akarsuya atlayıp boğulmak! Bu belki şaşırtıcı gelebilir ama bu çekirge intihar etti. 2002 yılında Fransız araştırmacılar doğanın bu tuhaflığını mercek altına aldılar.
Araştırmalar bu davranışın intihardan çok bir cinayet olabileceğini ortaya koydu; cani ise, zavallı çekirgenin vücudunu yerleşmek için seçmiş olan Gordiyon solucanıydı! Cinayetin nedeni, solucanın üreyebileceği sulu ortama kavuşmasıydı. Ev sahibinin beynini "kimyasal" olarak etkileme kapasitesine sahip olan bu şeytani solucan çekirgeyi bu tuhaf yazgısına boyun eğmeye zorluyordu...
Çekirge intiharını inceleyen Fransız ekip "manipüle eden parazitler"in dünyasına özgü bu stratejinin moleküler dayanaklarını da aydınlatmayı başardı. Bu keşif sadece tıp dünyasına hizmet sunmakla kalmayıp aynı zamanda evrime de yeni bir gözle bakılmasını sağladı.
Larva halindeyken
Fransız bilim adamları, intihar eden çekirgenin vücudundaki 10 cm'lik solucanın ölen zavallı hayvanı terk edip salına salına suya daldığını gözlemlediler.
Montpellier'deki (Fransa) "Genetik ve enfeksiyonlu hastalıkların gelişimi" laboratuvarından biyolog Frederic Thomas, bu solucanların daha larva halindeyken çekirgenin vücuduna yerleştiğini, erişkin hale geldiğinde üreme ortamı olan suya kavuşabilmek için hayvanı suya atlayacak şekilde manipüle ettiğini kaydediyor.
Bilim adamlarının solucanın çekirgeyi nasıl manipüle ettiğini keşfetmeleri ise tam üç yıl sürdü. Buna göre, solucan bazı molekülleri çekirgenin beynine aşılayarak onu intihara yönlendiriyordu. Bu strateji hayvan dünyasındaki manipülasyon açısından bir ilk oluşturuyor.
Bilim adamları M.thalassinum solucanının beyninin salgıladığı proteinleri üç evrede incelediler: "İntihardan önce (atlamadan birkaç saniye önce), intihar sırasında (atladıktan hemen sonra) ve intihardan sonra (atladıktan on beş dakika sonra).
Bu araştırma belli bir anda organ tarafından üretilen proteinlerin tümünün fotoğrafının çekilmesini sağlayan "proteomik analiz" adlı teknoloji sayesinde gerçekleştirilebildi. Böylece araştırmacılar çekirgenin molekülleriyle solucanın ürettiği molekülleri karşılaştırabildiler.
Moleküler benzeşme
Biyolog Frederic Thomas araştırma sonunda, çekirgenin sinir sisteminde normalde var olmayan, solucan tarafından üretilen Wnt moleküllerini saptadıklarını belirtiyor.
Kuşkusuz bu moleküllerin çekirgenin vücuduna geçmesi intiharın tetiklenmesinde belirleyici bir rol oynuyor. Peki nasıl oluyor da çekirgenin organizması solucan tarafından üretilen bu Wnt'lerin varlığından haberdar olmuyor?
Bunun açıklaması "moleküler benzeşme" denilen hileli bir yöntemdir. Çekirgenin vücudu da normalde bu proteinlerden üretiyor; bu proteinlerin yapısı solucanınkilerle aynı olmasa da büyük ölçüde benzerlikler taşıyor.
Solucanın sırrı da bu zaten: Kendi Wnt'lerinin çekirgeninkilerle benzer olmasından yararlanarak bunları çekirgenin organizmasını rahatsız etmeden vücuduna sızdırmayı başarıyor ve böylece hayvanın ölümcül yazgısını da hazırlamış oluyor.
Moleküler diyalog
Solucanın çekirgenin davranışını yönlendirmede yararlandığı yöntem açıklığa kavuşturulduysa da, intihara götüren kimyasal süreç henüz tam anlamıyla aydınlatılmış değil. Araştırmacılar, Wnt proteinlerinin sayısız işlevi olduğunu, bu nedenle halihazırda çekirgeyi nasıl yönlendirdiklerini anlamanın mümkün olmadığını ifade ediyorlar.
Nitekim çekirgeyle solucan arasında oluşan bu hassas diyalog karşısında araştırmacılar proteomik analiz yöntemleri aracılığıyla anketör rolüne benzer bir rol üstleniyorlar; iki canlının iletişiminden elde ettikleri bölük pörçük parçaları birleştirip bir bütün oluşturmaya çalışıyorlar.
Bu süreçte özellikle de, çekirgenin sinir sisteminin gelişiminde önemli rol oynayan proteinlerin hedef alındığını keşfetti. Hedef olan proteinlerden biri de, çekirgenin zemine göre konumunu belirleyen "D izoformu". Bu işlevde herhangi bir bozukluk "intihar"ı tetikleyebiliyor.
Ancak bu değişimin, solucanın Wnt proteinlerinin çekirgenin sinir sisteminde yol açtığı değişim sonucu mu yoksa henüz belirlenmemiş başka moleküller tarafından da mı başlatıldığı kesinlik kazanmış değil.
Genlerin manipülatif özelliği
Geriye şu soru kalıyor: Nasıl oldu da evrim bu derece tumturaklı bir stratejiye izin verdi? Solucanın bu taktiğinde gizli bir zeka aramak gerekmiyor; bu varlığını sadece rastlantıya borçlu.
Frederic Thomas'a göre, evrim sırasında doğal ayıklama en yetenekli solucanların çekirgelerle bu ünlü 'moleküler diyaloğu' kurmalarını sağladı.
Science et Vie bilim dergisinde yayımlanan bu araştırmaya göre, bu tuhaf ilişkinin tıp dünyasına yönelik yararının yanı sıra teorik açıdan da önemi var. Bu bulgular, 1982 yılında İngiliz biyolog Richard Dawkins'in ortaya koyduğu "yayılmış fenotip" olarak adlandırılan teorinin öngörülerini doğrulamış oluyor.
Bu yaklaşım, genlerin sadece bulundukları organizmanın dar sınırları içinde etki oluşturdukları kanısına karşı çıkarak, tersine bu genlerin organizmanın sınırını aşan bir yeteneğe sahip olduklarını varsayıyor. Solucanla çekirge arasındaki ilişkide de bu tür bir mekanizma yok mu? Solucanın genleri de, salgılanmasına yeşil ışık yaktıkları moleküller aracılığıyla etki alanlarını kendi organizmalarının dışına çıkarıp çekirgenin davranışını değiştiriyorlar.
Bu da, "genlerin kendi bedenleri dışına çıkıp dış dünyayı manipüle ettikleri vakalar vardır" diyen İngiliz biyoloğu doğrulamış oluyor. Kısacası solucanla çekirge arasındaki ilişki evrimde yeni bir pencere açıyor.
Diğer başlıca manipülatörler
Canlılar dünyasında manipüle yeteneğine sahip olan yalnızca solucan değildir. Örneğin, bir başka solucan türü de Gordiyon solucanı gibi, asıl yaşam alanı olan koyunun karaciğerine yerleşmek amacıyla korkunç bir strateji geliştirir. Bu solucanın yumurtaları bulunduğu yerde kalmaz; dışkılama yoluyla dışarı atılır. Parazit larvaya dönüştükten sonra küçük mukozalar halinde sümüklü böceğin midesine geçer. Bu mukozalar daha sonra karınca tarafından yutulur; burada larva henüz sırrı çözülmemiş bir mekanizmayla karıncanın beynini, böcek kaba yoncaların ucuna yerleşecek şekilde yönlendirir. Bu yoncalar tam da koyunların ağzına layıktır! Yerleştiği ev sahibinin beynini etkileme yetisi aynı zamanda Hymenoepimecis eşekarısının da hayatta kalmasını sağlar. Bu arı türü bir örümcek türü olan P.argyra'nın karnında yumurtlar. Yavru arı örümceği, kendi ağını değil de arı için gereken koruyucu kozayı üretmeye zorlar. Kozasından çıktıktan sonra da örümceği yer...
Parazitliğin dört evresi
Parazit solucan toprakta büyür ama üremesi için suya gereksinimi vardır. Suya kavuşabilmek için de beynindeki kimyasalları manipüle ederek intihar etmeye sürükleyeceği çekirgeye ihtiyacı vardır.
1- Solucanın larvası bir böceğin bedenine yerleşir
Larva, örneğin Phryganius'un (gece kelebeğine benzer bir tür) bedenine yerleşir. Bu böceğin karada havalanmadan önce suda bir yıl geçirmesi gerekir.
2- Phryganius çekirge tarafından yutulur
Parazit larva çekirgenin karnına yerleşir ve gelişmeye başlar.
3- Larva ev sahibinden beslenir
Solucan üreme yaşına geldiğinde çekirgenin beynini altüst eden ve onu suya atlamaya zorlayan bir molekül salgılar.
4- Solucan çekirgenin bedeninden çıkar
Çekirge büyük atlayışını gerçekleştirdikten hemen sonra solucan üremek ve yeni larvalar çıkarmak için ev sahibinden kurtulur. Döngü tamamlanmıştır.