Affet Beni Beynim Utanıyorum
AFFET BENİ BEYNİM UTANIYORUM
Bilinçsiz ve habersiz geldiğimiz dünyada bizi yetiştirmeye, geliştirmeye
çalışan
annemiz
, babamız, öğretmenlerimiz ve tüm
çevremizdekiler
acaba neden bizi
harcamak
için çaba göstermişlerdir? Elbette ki, böylesi bir itham tüm
anne
, baba ve diğer kişileri üzecektir. Zira onlar kendi gözlükleriyle bakmaya alıştıkları dünyada, göremedikleri tarafları da olabileceğini kabule hazır değillerdir. Ama
olaya
bu açıdan da yaklaşmak mümkündür, hiç de yanlış değildir ve gereklidir. Zira beni yetiştirmek ve geliştirmek için ellerinden geleni yaptıklarını söyleyen ve her şeyin doğrusunu, iyisini, kendi olanakları kadar öğretmeye çalıştıklarını iddia eden bu kişilere, içimden şu soruları sormak gelir: - Neden, önce beynimi
kullanmanın
yöntemini ve
sağlıklı
(rasyonel) düşünmenin sistemini öğretmediniz?
- Neden, çuval doldurur gibi gerekli ve gereksiz bir sürü bilgi ve öğütlerle doldurduğunuz beynimle beni kalıplaştırmaya çalıştınız?
- Neden, her şeyin özünü anlamamdan çok, söylenileni ezberleyerek
öğrenmemi
istediniz? Amacınız ya da kastınız ne idi? Oysa bana, düşünme sistemi öğretilseydi, BURNUM gibi tüm diğer organlarımın neden bu günkü yerlerinde olmaları gerektiğini; neden dünyanın
güneşten
yanmayacak kadar uzak, donmayacak kadar yakın olduğunu; neden ayla dünya arasındaki uzaklığın, ayın dünyadan kaçamayacak kadar yakın, düşemeyecek kadar uzak değerler içinde bulunduğunu daha iyi anlar ve onlardan yaşamım için
dersler
çıkarabilirdim. Acaba kaç kişi organlarının yerini düşünüp, değiştirmeyi düşlemiş ve bugünkü yerlerinden daha
uygun
bir yer bulunup bulunamayacağını araştırma arzusu duymuştur? Acaba kaç kişi vücudundaki her bir hücrenin diğerleriyle müthiş uyumunu anlamaya çalışmış ve elde edeceği verileri kendi yaşamına uygulamada arzulu olmuştur? Alınacak yanıtlar bellidir: “Deli miyiz”, “
Hasta
mıyız?”, “Ne gereği var?”, “Ne yararı olacak sanki?”. Gerçi cevapların elde edilmesinin mümkün olmadığı konu ve alanlarda böyle bir çabanın hiç anlamı yoktur, diyenlerin adedi çoktur. Elbette, aklın ve bilginin cevaplamada yetersiz kaldığı hususlardaki sorgulama, gereksiz ve yararsız olabilir. Zira cevap alınmadığına göre, ondan yararlanmak da olanak dışıdır. Ancak, bir cevap almak olanak içinde bulunduğu takdirde, onu yaşamın her hangi bir konu ya da alanı için örnek almak,
her zaman
yol
gösterici rol oynar. Örneğin vücudumdaki organlarımın yer ve fonksiyon olarak birbirleri ile etkileşim,
iletişim
ve ilişkilerini düşünerek elde edilecek bulguların, ailede kişiler,
iş yerinde
departmanlar, devlette kuruluşlar arasındaki işbirliğine
yol
göstericiliğinden yararlanmak herhalde aptalca olmaktan çok, gelişmiş bir beyin çalışmasının üstün niteliklerini taşır. Örneğin politikada, bunu anlayabilmiş liderin oluşturduğu koalisyon hükümetlerinde, devlet dairelerini paylaşıp, onları kendi parti program ve görüşlerine göre idareye çalışmanın komikliği ve ilkelliği görülmez. Zira koalisyonu meydana getiren partiler, devlet dairelerinin çalışmalarından yararlanarak genel bir çerçeve içinde icraatta bulunmak için anlaşmışlardır. Dolayısıyla devletin insan vücuduna benzer bir sistem olduğunu; onu oluşturan kurum ya da kuruluşların bütünü meydana getiren organlar anlamına geldiğini; ve hiçbir organın diğer birinin desteği olmadan bütün için sağlıklı şekilde çalışmasının mümkün olamayacağı temel bilince ve idraki içinde icraatta bulunurlar. Aksi halde birbirleriyle uyumu, birbirlerine desteği ve çalışma işbirliğini kaybetmiş bir organsal faaliyetin mutlaka ölüm veya tükenme ile sona ereceğini idrak edemeyen beyinli politikacılar, içinde bulundukları koalisyon hükümetlerinde devlet dairelerini paylaşma, kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirme gibi gayretler içerisine girerler ki; sistemi, genel menfaatin dışına iten bu tip parçalayıcı özel yararlar sonucu, sistemin yıkılışı doğallaşır. Bu örnekleri yakın tarihimizin sayfalarında görmek mümkündür. Çünkü koşan ayakların süratine uyamayan bir kalp, gerekli oksijeni sağlayamayan bir ciğer, görevini yerine getiremeyen bir ter bezi ve de kanın akış süratini sağlayamayan iletişim bozukluğu bir vücut için ölüm demektir. Böylesine bir beyinsel çalışmaya karşı verilecek bütün bu olumsuz yanıtların altında, kendi beyin kapasitesini kullanmayı öğrenememenin ve düşünmeyi sistemsel olarak bilememenin zayıflığı yatar. Çünkü, kişinin kendi bilgi ve tecrübeleri içinde yaşaması kolaydır. Çünkü, kişinin kendi sınırları dışına çıkma çabası büyük bir mücadele gücüne ihtiyaç gösterir. Çünkü, kişi kendisine öğretilen, ya da kendiliğinden öğrendikleri ile dünyaya bakmak gibi bir ilkellikten henüz kurtulamamıştır. Çünkü kişi kendi bilgi, tecrübe ve duygularının oluşturduğu bir pencereden hayata bakmaya ve kendi AT GÖZLÜKLERİ ile çevresini görmeye tutsak olmuştur. Dolayısıyla, daha ileri boyutta beyinsel eyleme girişecek kadar gelişememiştir. Zaten amaç da onun gelişmemesini sağlamaktır. Zira kişi, beynini kullandığı ve sağlıklı düşünme sistematiğini öğrenip, ondan yararlandığı zaman; ya cevaplanması zor sorular sorma gücünü kazanacak, ya da birçok değerin değişmesini sağlayan düşünsel analizlere ulaşabilme ERDEM’ine kavuşacaktır. Bu ise kimseyi memnun etmeyecektir. O halde kişinin ölünceye kadar ya hırs, kin, ihtiras vs. gibi iç dünyasının, yada anne, baba, arkadaş, amir, komşu vs. gibi, beraber yaşadıklarının oluşturduğu dış dünyasının KULU olması, galiba bilinçsizce arzulanmaktadır. Evde annenin, babanın ya da eşin; okulda öğretmenin, ibadethanede hocanın, papazın ya da hahamın; yörede kralın, kontun, ağanın, şeyhin; iş yerinde amirin kulu olmak… Oysa kişi rahat bırakılsa, belki de sadece yaratıcının kulu olmaktan çok daha huzur duyacaktır. Bu bakımdan kişi sağlıklı (rasyonel) düşünme sistemini öğrenmemekle hayattaki kulluğundan kurtulma olanağına kavuşamamaktadır. AKLINI DUYGULARININ, yada DUYGULARINI AKLININ hâkimiyetinden kurtaramamış kişinin gerçek özgürlüğünden bahsedilemez. Zira beyni, özünü anlamadan sahip olduğu kavram ve duyguların tutsaklığındaki kişinin özgür irade ile hareket etmesi olanaksızdır. Dolayısıyla beynini, kendini tutsak hale getiren bilgi, veri ya da izlerin (Engram) yönlendiriciliği dışına çıkarmaya çaba göstermeyi öğrenememiş ve olduğunca başaramamış bir kişiye üzülmemek elde değildir. Zira o kişi; ya mal, para, makam gibi nesnelerin; ya da ihtiras, kin, kıskançlık gibi duyguların; ya da alkol, nikotin gibi alışkanlıkların; ya da aksini düşünmek gücünü bulamadığı kavramların baskısında, güzelim yaşamını boyunduruk altında sürdürüp tamamlayacaktır. Av.Ergun ZOGA