Bilim Adamları ve hizmetleri
Bilim Adamları ve hizmetleri
Pythagoras (Pisagor – İ.Ö. yaklaşık 580 – 500) Eski Yunan’ ın büyük filozof ve matematikçilerinden biriydi. Geometri ve
müzik
alanlarında adı çok geçen Pythagoras, insan ruhuna ilişkin düşünceleriyle de anımsanır.
Pythagoras’ ın adı geometride sık geçer. Pisagor teoremine göre dik açılı bir üçgenin hipotenüsünün (en uzun kenar) karesi, karşısındaki iki kenarın karelerinin toplamına eşittir. Ama teoremin Pisagor tarafından değil; onun öğretilerini geliştiren öğrencilerinin bulduğu sanılmaktadır.
Pythagoras, Dünya’ nın merkezdeki bir ateşin
çevresinde
dönen bir küre olduğunu söyleyen ilk bilim adamlarından biridir. O dönemde öbür filozofların çoğu Dünya’ nın düz olduğunu söylüyordu. Dünya’ nın dönerken
müzik
sesi çıkardığını söyleyen Pythagoras, evrenin işleyişinin sayılara ve sayıların arasındaki ilişkiye bağlı olduğunu ileri sürdü. Euclides (Öklit – İ.Ö. yaklaşık 300) Eski çağların en ünlü matematik ve geometri bilginlerinden biridir. Yaşamına ilişkin olarak bilinenler yalnızca Mısır’ da yaşamış olduğu ve Kral 1. Ptolemaios’ un kendisinden, o dönemde dünyanın en önemli öğrenim merkezi olan İskenderiye kentinde bir okul kurmasını ister. Kendisinin Yunanlı olduğu sanılmaktadır.
Öklit’ e gelene kadar geometri bilgisi oldukça gelişmişti, ama bu bilgi büyük ölçüde birbiriyle bağımsız kurallardan oluşuyordu. Öklit geometriye ilişkin bütün bilgileri bir araya toplayarak, bunların arasındaki
bağlantıyı
kurdu, bunlara kendi geliştirdiği bazı yeni kanıt ve önermeler ekledi. Bütün bu çalışmalarını 13 top parşömenden oluşan Stoikheia (Elemanlar) adlı yapıtında topladı. Bu eseri başka dillere çevrildi, 2000 yılı aşkın bir süre geometri öğretiminde kullanıldı. Günümüzde okullarda okutulan çağdaş kitaplar hâlâ Öklit’ in düşüncelerine dayalıdır ama bu düşünceler daha değişik biçimlerde sunulmaktadır. Archimedes (Arşimet – İ.Ö. yaklaşık 287 - 212) Eski çağın en büyük matematikçisi ve mucidi olan Arşimet, Sicilya Adası’ ında bir Yunan kenti olan Siracusa’ da doğdu. Öklit’ in İ.Ö. yaklaşık 300’ de, Mısır’ daki İskenderiye’ de kurduğu okulda öğrenim gördükten sonra Siracusa’ ya dönerek geometriyle uğraştı.
Arşimet kaldıraç yasasını da ortaya koyarak, ağır bir cismin ağırlık merkezine uygulanacak bir kuvvetle yerinden oynatabileceğini gösterdi. Ayrıca alçak bir yerden su çıkarmaya yarayan “Arşimet burgusu” adlı aygıt, Mısır gibi alçak ve kurak
ülkelerde
hâlâ sulama amacıyla kullanılır.
Bir küre ile bu küreyi
çevreleyen
silindirin yüzeyleri ve hacimleri arasındaki ilişkiyi ilk kez ortaya koyduğu için, Arşimet’ in mezarı silindir içine yerleştirilmiş bir küreyle işaretlenmiştir. İbn-i Sina (M.S. 980 – 1037) Yalnız doğuda değil, ortaçağ Avrupa’ sında da en büyük tıp bilgini sayılan İranlı Müslüman bir bilgin ve düşünürdür. Tam adı Ebu Ali el – Hüseyin bin Abdullah ibn Sina olan İbn-i Sina, batıda Avicenna diye bilinir. Yunan filozofu Aristo’ nun en büyük yorumcularından biridir.
Buhara yakınlarında
doğan
İbn-i Sina, babasından ve döneminin ünlü bilginlerinden özel
ders
aldı. Parlak zekâsı ve güçlü belleğiyle kısa zamanda öğretmenlerini geride bıraktı. Felsefe, edebiyat, matematik, tıp gibi çeşitli alanlarda engin bir bilgi birikimine ulaştı. Daha 16 yaşındayken yanında başka hekimler çalışan başarılı bir hekimdi.
İbn-i Sina’ nın en büyük yapıtlarından biri Kitabu’ ş-Şifa (
Sağlık
Kitabı) ’ dır. Kitabu’ ş-Şifa; mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik,
müzik
ve metafizik konularında dönemin tüm bilgilerini bir araya getiren bir ansiklopedidir. Ayrıca İbn-i Sina’ nın diğer bir yapıtı da el-Kanun fi’ t-Tıb (Hekimlik Yasası)’ dır. Bu kitabın tamamı Lâtince’ ye çevrilerek ortaçağ Avrupa’ sından tıp kitaplarının en değerlisi sayılmıştır. Birunî (973 – 1048 ya da 1051/52) Batıda Aliboran adıyla bilinen, asıl adı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birunî olan büyük İslâm bilgini Birunî, Harezm’ in başkenti Kas’ ta (Ket) doğdu. Harezmşahlar soyundan ünlü bir bilginin koruyuculuğu altında saraya giren Birunî, astronomi ve matematik öğrenimi gördü. Henüz 28 yaşındayken el-Âyaru’ l-Bâkiye’ yi (Geride Kalan Yıllar) tamamladı.
Nihâyati’ l-Emâkin (Mekânın Sonları) adlı yapıtı coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye (yeryüzü düzlemini ölçme bilimi) kadar bir dizi konudaki yazıların toplamından oluştu. el-Kanunü’ l-Mesudî adlı en önemli astronomi yapıtında dünya coğrafyası, enlem – boylam hesaplamaları, dünya çapının ölçümü gibi araştırma ve çalışmalarını toplayan Birunî, bilim tarihçilerine göre Kopernik’ le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır. Batlamyus ve Aristo’ nun kuramlarına karşı çıkarak dünyanın durağan değil, dönen bir kütle olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Harezmî Arap matematik, astronomi ve coğrafya bilginidir. Onun aritmetik konusundaki çalışmaları sayı sistemiyle ilgilidir. Bir dönem bulunduğu Hindistan’ da harfler ya da heceler yerine sembollerin kullanıldığını saptamış, onları İslâm dünyasına kazandırmıştır. Böylece sembollerden oluşan on tabanlı sayı sisteminin kurulmasını sağlamıştır. Harezmî, Hesab-ül Cebir vel-Mukabele adlı eserinde logaritmanın kullanılışına öncülük etmiştir.
2) Avrupa’ daki Gelişmeler Avrupa’ da Rönesans’ ın ve reformla başlayan uyanış ve çabanın ilk
ürünleri
astronomide görüldü. Polonyalı Kopernik (1473 – 1543), Batlamyus’ un Dünya merkezli evren anlayışının yerine Güneş merkezli evren sistemini koydu. Artık evrenin ortasında hareketsiz duren Dünya değil, Güneş vardı ve Dünya hem Güneş’ in
çevresinde
hem de kendi ekseni üzerinde dolanan bir gezegendi. Kopernik’ e 17. yüzyılda Kepler (1571 – 1630) ve Galilei (1564 – 1642), 18. yüzyılda da Newton (1642 – 1727) doğa yasalarını açıklayarak katıldılar.
Johannes Kepler, modern astronominin kurucularındandır. Güneş merkezli sistemin inanmış bir
taraftarıydı
. Özellikle Mars gezegeni üzerine birçok gözlem yaptı ve sonuçta Mars’ ın Güneş etrafında elips çizdiğini ispatladı. Kepler 1619’ da Dünya’ nın Uyumu adlı eserini yayımlamış ve bu eserde Newton’ ın evrensel çekim kanunu için bir yol açmıştır.
Galileo Galilei, İtalyan astronomu ve fizikçisi. Hemen hemen yalnız matematik üzerine incelemeler yaptı, fakat buluşlarıyla çabucak tanındı.
Optikte 1612’ ye doğru ilk mikroskobu bulduğu sanılmaktadır. 1609’ da mercekli dürbünü yaptı ve gök cisimlerini incelemeye başladı. Ay üzerinde gözlemler yaptı, dağların yüksekliğini ölçtü. Daha sonra Jüpiter’ in uydularını, Satürn’ün halkalarını, Güneş’ in ekseni etrafında dödüğünü, Venüs’ ün evrelerini vb. buldu. Tüm buluşlarıyla Batlamyus’ un sistemini çürütüp Kopernik sistemini doğruladı.
Sir Isaac Newton,
İngiliz
fizikçi, matematikçisi ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bilginlerinden biridir. Yerçekimi kuramı üzerinde çalıştı. Ayrıca güneş ışınlarını bir prizmanın içinden geçirerek bileşenlerine ayırdı ve beyaz ışığın niteliğini keşfetti. 1669 dolaylarında da diferansiyel ve integral hesabı geliştirdi. En önemli yapıtı olan Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri, Newton’ ın hareket yasalarını, dalga kuramını ve yerçekimi üzerine çalışmalarını içermektedir.
Rönesans’ la oluşan yeni koşullar ve bilimdeki önemli gelişmeler giderek yöntem sorununu ön plâna çıkardı.
Bacon, Descartes ve onları izleyenlerin yöntem çalışmaları hem bilgi felsefesinin oluşmasını hazırlamış hem de bilimlerin felsefeden ayrılma sürecini hızlandırmıştır. Nitekim Claude Bernard ile biyoloji, Auguste Comte ile sosyoloji, Wilhelm Wundt ile de psikoloji bağımsız birer bilim hâline gelmişlerdir.
20. yüzyılda üç önemli teori ortaya konuldu. Bunlardan biri Alman fizikçisi Albert Einstein (1879 – 1955) tarafından ileri sürülen görelilik (rölativite) kuramıdır. Bu kuram; uzay, zaman, kütle gibi kavramların mutlak değil göreli olduklarını görüşüne dayanır.
İkincisi Max Planck (1858 – 1947)’ ın quantum kuramıdır. Bu kurama göre maddenin saldığı ısı ve
ışık
, sanıldığı gibi sürekli bir akış değil; tam tersine quanta adı verilen süreksiz ya da kesik
paketlerden
oluşmaktadır.
Üçüncüsü de Werner Heisenberg (1901 – 1977)’ in olasılık kuramıdır. Bu kurama göre de doğa yasaları kesin ve zorunlu değil, olasılığa dayanan yasalardır.
Sonuçta görelilik, quantum ve olasılık kuramları karşısında kesin, zorunlu bir bilgiyi savunmak olanaksızlaşınca, bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirdiler. Bundan da bilim felsefesi denilen yeni bir bilgi dalı ortaya çıktı.
Bilimsel Açıklama – Ön Deyinin Özellikleri Bilimin amacı, en geniş anlamıyla evreni anlamaktır. Bilim bu amaca erişmek için de olguları betimleme (= tasvir) ve açıklama yollarına
başvurur
. Betimlemede olgunun oluşu saptanırken, açıklamada olgunun oluş nedeni ortaya konur. Örnek verecek olursak; bir kış günü yağmurun kara dönüştüğünü
izlemek
, gözlem sonuçlarını saptamak ve yazıya dökmek bir betimlemedir. Yağmurun kara dönüşmesinin nedenleri nelerdir? şeklinde bir soruyla karşılaşırsak ve nedenini araştırırsak bu da açıklamaya girer.
Açıklama, bilimsel niteliğini birtakım genellemelerle kazanır. “Boşlukta tüm cisimler aynı hızda düşer.” önermesi bu türdendir.
Doğayı bilim yoluyla anlamada ön deyilerin de rolü büyüktür. Ön deyi, olgular arası ilişkilerden yararlanarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirebilmektir. Astronomide de ilk ön deyi Thales tarafından 28 Mayıs 585 tarihli Güneş tutulmasını
haber
verilmesidir. Görüldüğü üzere; ön deyide amaç doğa güçlerini denetim altına almaktır. Bilimsel Kuramın Özellikleri Hipotez ile kuram sözcükleri günlük
hayatta
birçok kez birbirinin yerine ve yanlış olarak kullanılır. Hipotez; henüz hiç doğrulanmamış ya da yetersiz şekilde doğrulanmış fakat sorunu muhtemelen çözebilecek nitelikteki bir açıklamadır. Kuram ise; hipotezlerin gözlem ve deneyle sınanması, doğrulanıp güvenilir açıklamalara dönüşmesi ve sistemleşmesidir. Am yinede hipotezle kuram arasındaki bu bağıntıya kesin gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü bilgi edinme sürecinde hipotezler kurama dönüştüğü gibi, kuramlar da aynı şekilde hipotezsel birimler içerirler. Hipotez belli ve sınırlı bir açıklamadır, kuram ise kapsamlı ve köklü açıklamalardır. Bunu Ptolemaios (Batlamyus)’ un “yer merkezli”, Kopernik’ in “güneş merkezli” kuramlarında görebiliriz.
Görüldüğü gibi kuram, belli bir alana ilişkin genel açıklamalardır. Kuramlar ayrıca
gelecekte
olacaklarla ilgili ön deyide bulunma olanağı sağlar. Bir kuramın geçerli olması için ise yeni olguların eleştirisine sunularak doğrulanmasına ve
uygun
bilimsel değişiklikler geçirmesine gerek duyulur. Bu yüzden hiç bir kurama kesin gözüyle bakılmaz. Bilimsel kuramı tanımlayacak olursak: Kuram, bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan, geçerlilik ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan, iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütünüdür. Klâsik Görüşe Yapılan Eleştiriler · Bilime gereğinden çok değer verilmiş, insan etkinliğinin en yücesi gözüyle bakılmıştır. Bilime farklı yaklaşımdan yana olanlar; bilimin, örneğin toplumun çözemediğini, yaşama bir
takım
kolaylıklar getirmesine rağmen insan yıkımına dönüştüğünü söylerler.
· Klâsik görüşün “Bazı şeyler henüz bilinmiyorsa, bunun nedeni bilimde yeteri kadar ilerlenmemiş olmasıdır; bilim gelişimini tamamlayınca tğm sorular yanıt bulur.” Anlayışı gerçeği yansıtmaz. Çünkü bilim sürekli gelişmekte ve evrende de bir sürü bilim olabilecek konu bulunmaktadır.
· Bilimler birbirleriyle
bağlantılı
olabilir ama tüm bilimler de söz gelimi fiziğe indirgenemez. Böyle bir anlayış engelleyicidir.
· Klâsik bilim anlayışında en güvenilir yöntemin “doğrulama yöntemi” olduğu kabul edilir. Çağdaş bilim anlayışında ise “yanlışlama yöntemi”nin daha doğru sonuçlar vereceği savunulur. Bu bağlamda ünlü filozof Karl Popper “Bilimsel bir kuram ya da yaşamın ölçütü onun yanlışlanabilmesinde yatar” der. Örneğin suyun 100 santigrat derecede kaynadığını söylüyor ve bunu bir yasa olarak kabul ediyoruz. Bu iddiayı yanlışlama yöntemiyle yoklarsak; su sadece deniz seviyesinde açık kaplarda 1 atm basınç altındayken 100 santigrat derecede kaynar diyebiliriz.
· Klâsik görüş, bilime “birikimsel bir süreç” olarak bakar. Oysa bazı bilim tarihçileri bilimin “birikimsel bir süreç
izlemediğini
” söylerler.
· Klâsik görüşe yapılan eleştirilerden birisi de şudur: Bilim, onun oluşmasına katkıda bulunan bilim adamlarının varlığını görmezlikten gelerek incelemez. Çünkü bilim asıl yaratanlar bu bilim adamlarıdır. Oysa öncelikle bu toplumun iç yapısını, dünya görüşlerini, koşullarını vb. incelemek gerekir. Oysa klâsik görüş bunları es geçer.
Thales Yunan matematikçisi ve filozofu. Miletos’ ta dünyaya geldi. Yedi Bilgeler’ in en eski ve ünlüsüdür. Thales; matematikçi, astronom ve fizikçiydi. Mısırlı keşişlerin yanında geometrinin temelini öğrenip bunu Yunanistan’ a götürdüğü söylenir. Bir daire içine üçgen çizme problemlerini çözümlediğive bir cismin gölgesi yardımıyla yüksekliğini belirlediği, açı-üçgen bağıntıları üzerine açıklamalar yapıp bunları doğruladığı ileri sürülür. Ayrıca ancak Anadolu kıyıları yakınından görülebilen, muhtemelen 585 tarihli bir güneş tutulmasını önceden
haber
vererek ün kazanmıştır. Karl Popper (1901 ya da 1902 – 1994) Avusturyalı filozof. Nazi işgalinden sonra Londra’ ya gitti ve burada felsefe profesörü oldu. Popper, “Viyana okulu” tutumunu benimsemekle beraberbu okulun bilimsel doğrulamalarını kendi ampirik gerçekleri içinde gösteren anlam kıstasını kabul etmez. Bilimsel Bilginin Diğer Bilgi Türleriyle Tamamlanması Gerekliliği: Doğada ve toplumda nesne ve olaylar çeşitlilik gösterdiğinden (canlı, cansız, ruhsal, toplumsal, vb.) bilimsel bilgi de farklı bilgi türlerine (fizik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, vb.) ayrılmıştır. Tümünün ortak amacı inceledikleri doğa ve toplum olaylarının “yasalarını” bulmaktır.
Bilimsel bilginin diğer özelliği de
teknolojiye
olanak sağlayarak, doğayı ve insanı sınırlı olsa da egemenliği altına alması; onu diğer bilgi türlerinden farklı bir konuma getirmiştir. Bu konum bilimsel bilgiye “güvenilir biricik bilgi”, “en gerçek yol gösterici”, “
gelecekte
tüm sorunları çözecek bir sihirli değnek” gözüyle bakılmasına yol açmıştır. Fakat bu tür bir yaklaşım, diğer bilgi türlerine yaşama hakkı tanımayan siyasal bir ideolojiye dönüştürür. Ayrıca bu yaklaşım insanın çok yönlü bir varlık olduğu hem de evrenin çok değişik görünümlerinin bulunduğu gerçeğini yadsımaktır.
Doğayı, insanı ve toplumu tanımak için diğer bilgi türlerine de
ihtiyaç
vardır. Kişi, değişik bilgi türlerinden de yararlanarak yaşamını rahat ve anlamlı biçimde sürdürebilir. Yaşamla Bilimsel Bilginin İç İçeliği: Bilimsel bilgi, yaşamımızı etkileyen bilgi türlerinin başında gelir. O, bu gücünü öncelikle
teknolojiye
uygulanabilirliğinden alır. Her gün kullanılan araç ve gereçler (otomobil, uçak, radyo, TV, telefon,
bilgisayar
, ilâç, nükleer santraller, silâhlar) yaşam ile bilimsel bilginin iç içe olduğunu gösterir. Bunlar bir yandan rahat ve
sağlıklı
yaşamamızı sağlarken, diğer yandan insanın yer yüzündeki varlığını bile tehlikeye sokabilecek kadar zararlı olabilirler.
Yaşamla bilimsel bilginin iç içeliği, bireyin bilinç düzeyinin oluşumunda da kendini gösterir. Bu bilgi türü, kişiye belli bir düşünme tarzı benimseterek onu, çağının insanı yapar.