Deniz Taşıtları İcatı
Deniz Taşıtları İcatı

Kara taşıtlarından
henüz hiç sözünü etmediğimiz deniz ulaşımına geçelim. Daha önce anlatılmamasının nedeni
Yunanlıların ve onlardan öncekilerin su üstü ulaşımında geri olmaları değildir; Cilâlı Taş Çağı’nda bile su üstü ulaşımı bilinmekte ve uygulanmaktaydı. Hatta geminin arabadan önce icat edilmiş olması da olağandır. Öyle ya
ağaç kütüğünü oyarak basit bir kayık yapmak
dingil ve tekerleği gerektiren arabanın icadından daha kolay değil midir? Hatta gemiciliğin
suyollarının karayollarından daha kısa ve kullanışlı olduğunun fark edildiği günden başlayarak gelişmiş olduğunu kabul etmek
daha akla yakındır. Güzel bir yaz günü
körfezin karşı kıyısına geçmek için kestirmeden denizi aşmak varken
tepeleri ve koruları aşarak karayolundan gitmek zorunda kalırsak
buna hangimiz üzülmeyiz?
Geminin icadını şu ya da bu halka mal etmekten kaçınmamız yerinde olur. Gemi yolculuğunun
ta ilk zamanlardan beri dünyanın her yanında uygulandığını kesin olarak kabul etmeliyiz. Yunan gemiciliğine öteki ülkelerdekinden (sözgelişi
Çinlilerden ve İskandinavlardan) fazla önem verişimiz. Yunanlı gemicilerden birinin adının “Ulysse” (Odusseus) oluşundan ve Homeros adlı ünlü şairin onu ölümsüzlüğe kavuşturmasındandır
Gerçektende
ilk klasik gemiciyi gözümüzde canlandırmamıza imkân veren Homeros’tur. Şair
kahramanını: “Kabaca işlenmiş birkaç ağaç kütüğüne hayatını emanet etmiş ve dalgalara meydan okuyan bir yiğit
” diye tanımlar. Klasik bir tanım
ama onu ta tarih öncesine kadar
çok gerilere götürmemiz gerekir
işte o zaman
M.Ö. III.-II. binde bile nasıl olumlu bir gelişmeye ulaşıldığını anlarız.
Daha iyisi
Louvre’a bir gidelim ve Mısır kayıklarının resimlerini gözden geçirelim. Bunlar
birkaç çift kürekçinin çektiği uçları kıvrık gondollardır. Yön
dümenle belirlenmekte
dümenci pupada oturarak gondola belirli açılar vermektedir. Daha büyük hacimdeki gemilerde
dümen yerine çark kanadı kullanılmaktaydı. Çark kanadının görevi
artık teknenin ekseni üzerinde değişik eğriler vermek değil
bir bağlama sistemiyle dikey tutturulduğundan
mili çevresinde dönme hareketi sağlamaktı. Bu haliyle
gerçek bir dümenin ilkel şekline varmış oluyorlardı; ama daha da ileriye gidemeyeceklerdi. Çünkü dümen için menteşe şarttı ve henüz bilinmiyordu bu.
Fenikeliler
Mısır “Gondol”larını geliştirdiler
uzattılar. Bunların iki uçları
ön ve arka kasara (geminin baş ve kıç tarafında
asıl güverteden yüksek olan kısa güverte.) biçimini aldı
boyu yirmi metreyi
su iç derinliği de iki metreyi buldu. Sanayici
tüccar
armatör ve korsan bir halk olan Fenikeliler
Akdeniz’deki üstünlüklerini bu gemiler sayesinde kurdular. Hatta Karadeniz’e ve Atlas okyanusuna çıktılar.
Bu sürekli yolculuklar
onları mevsime göre değişen rüzgârları incelemeye ve -pusula bilinmediğinden- yıldızlara bakarak yön bulma yöntemini keşfetmeye götürdü. Gemiciliğin ilk kurallarını da belirleyerek edindikleri bilgileri derlediler. Bu kurallar
derme çatma sayılmasalar gerekti; çünkü Firavun Nekao
M.Ö. 600 yılında bunlara dayanarak Afrika’nın çevresini dolaşmış ve Bartolomeo Diaz’dan yirmi yüzyıl önce Ümit burnunu aşmayı başarmıştı.
Şimdi bu dönemi geçip üç dört yüzyıl ileriye giderek Yunan tarihinin altın çağında Atina’nın limanı Pire’yi ziyaret edelim: Rıhtımına 40 metre uzunluğunda 300-400 tonajlık gemiler yanaşmış. Bunlar
pupadaki çift kat kürekle idare edilmekte ve yelkenle hareket etmekteler Donatımı
son derece basit: Hepsi de yatay birer serene bağlanmış tek kare yelken taşıyor. Kaldı ki
direk çarmıhlara dik tutulduğundan
kaptan sadece pupadan ya da gerektiğinde
yan-arkadan esen rüzgârla yol alabilir. Başka bir gidişin gemiyi alabora etmesi işten bile değildir.
Ancak
savaş gemilerinin bu çeşit sınırlandırmalarla engellenmesine imkân yoktu elbet. Bu nedenle
savaş donanması
su altı derinliği 3.50 metre olan üç sıra kürekli kadırgalardan meydana getirilirdi. Yelkenden başka sayıları bazen üç yüze varan kürekçiler de bulunurdu: Sıkı bir disiplinle idare edilişi
ayrıca pruvaya (geminin ön tarafına) eklenen madeni mahmuz
bu gemileri korkunç savaş araçları haline getirmekteydi. Buna son şeklini almış olan çapayı ve istenen yerde durmayı sağlayan dikey demiri
çipo’yu da eklemek gerekir.

Kara taşıtlarından
henüz hiç sözünü etmediğimiz deniz ulaşımına geçelim. Daha önce anlatılmamasının nedeni
Yunanlıların ve onlardan öncekilerin su üstü ulaşımında geri olmaları değildir; Cilâlı Taş Çağı’nda bile su üstü ulaşımı bilinmekte ve uygulanmaktaydı. Hatta geminin arabadan önce icat edilmiş olması da olağandır. Öyle ya
ağaç kütüğünü oyarak basit bir kayık yapmak
dingil ve tekerleği gerektiren arabanın icadından daha kolay değil midir? Hatta gemiciliğin
suyollarının karayollarından daha kısa ve kullanışlı olduğunun fark edildiği günden başlayarak gelişmiş olduğunu kabul etmek
daha akla yakındır. Güzel bir yaz günü
körfezin karşı kıyısına geçmek için kestirmeden denizi aşmak varken
tepeleri ve koruları aşarak karayolundan gitmek zorunda kalırsak
buna hangimiz üzülmeyiz?Geminin icadını şu ya da bu halka mal etmekten kaçınmamız yerinde olur. Gemi yolculuğunun
ta ilk zamanlardan beri dünyanın her yanında uygulandığını kesin olarak kabul etmeliyiz. Yunan gemiciliğine öteki ülkelerdekinden (sözgelişi
Çinlilerden ve İskandinavlardan) fazla önem verişimiz. Yunanlı gemicilerden birinin adının “Ulysse” (Odusseus) oluşundan ve Homeros adlı ünlü şairin onu ölümsüzlüğe kavuşturmasındandırGerçektende
ilk klasik gemiciyi gözümüzde canlandırmamıza imkân veren Homeros’tur. Şair
kahramanını: “Kabaca işlenmiş birkaç ağaç kütüğüne hayatını emanet etmiş ve dalgalara meydan okuyan bir yiğit
” diye tanımlar. Klasik bir tanım
ama onu ta tarih öncesine kadar
çok gerilere götürmemiz gerekir
işte o zaman
M.Ö. III.-II. binde bile nasıl olumlu bir gelişmeye ulaşıldığını anlarız.Daha iyisi
Louvre’a bir gidelim ve Mısır kayıklarının resimlerini gözden geçirelim. Bunlar
birkaç çift kürekçinin çektiği uçları kıvrık gondollardır. Yön
dümenle belirlenmekte
dümenci pupada oturarak gondola belirli açılar vermektedir. Daha büyük hacimdeki gemilerde
dümen yerine çark kanadı kullanılmaktaydı. Çark kanadının görevi
artık teknenin ekseni üzerinde değişik eğriler vermek değil
bir bağlama sistemiyle dikey tutturulduğundan
mili çevresinde dönme hareketi sağlamaktı. Bu haliyle
gerçek bir dümenin ilkel şekline varmış oluyorlardı; ama daha da ileriye gidemeyeceklerdi. Çünkü dümen için menteşe şarttı ve henüz bilinmiyordu bu.Fenikeliler
Mısır “Gondol”larını geliştirdiler
uzattılar. Bunların iki uçları
ön ve arka kasara (geminin baş ve kıç tarafında
asıl güverteden yüksek olan kısa güverte.) biçimini aldı
boyu yirmi metreyi
su iç derinliği de iki metreyi buldu. Sanayici
tüccar
armatör ve korsan bir halk olan Fenikeliler
Akdeniz’deki üstünlüklerini bu gemiler sayesinde kurdular. Hatta Karadeniz’e ve Atlas okyanusuna çıktılar.Bu sürekli yolculuklar
onları mevsime göre değişen rüzgârları incelemeye ve -pusula bilinmediğinden- yıldızlara bakarak yön bulma yöntemini keşfetmeye götürdü. Gemiciliğin ilk kurallarını da belirleyerek edindikleri bilgileri derlediler. Bu kurallar
derme çatma sayılmasalar gerekti; çünkü Firavun Nekao
M.Ö. 600 yılında bunlara dayanarak Afrika’nın çevresini dolaşmış ve Bartolomeo Diaz’dan yirmi yüzyıl önce Ümit burnunu aşmayı başarmıştı.Şimdi bu dönemi geçip üç dört yüzyıl ileriye giderek Yunan tarihinin altın çağında Atina’nın limanı Pire’yi ziyaret edelim: Rıhtımına 40 metre uzunluğunda 300-400 tonajlık gemiler yanaşmış. Bunlar
pupadaki çift kat kürekle idare edilmekte ve yelkenle hareket etmekteler Donatımı
son derece basit: Hepsi de yatay birer serene bağlanmış tek kare yelken taşıyor. Kaldı ki
direk çarmıhlara dik tutulduğundan
kaptan sadece pupadan ya da gerektiğinde
yan-arkadan esen rüzgârla yol alabilir. Başka bir gidişin gemiyi alabora etmesi işten bile değildir.Ancak
savaş gemilerinin bu çeşit sınırlandırmalarla engellenmesine imkân yoktu elbet. Bu nedenle
savaş donanması
su altı derinliği 3.50 metre olan üç sıra kürekli kadırgalardan meydana getirilirdi. Yelkenden başka sayıları bazen üç yüze varan kürekçiler de bulunurdu: Sıkı bir disiplinle idare edilişi
ayrıca pruvaya (geminin ön tarafına) eklenen madeni mahmuz
bu gemileri korkunç savaş araçları haline getirmekteydi. Buna son şeklini almış olan çapayı ve istenen yerde durmayı sağlayan dikey demiri
çipo’yu da eklemek gerekir.Ancak bu tekneler
İskenderiye’nin sonraları denize indireceği kocaman gemilerin yanında neydi ki? Karınca yuvası gibi kaynayan Siraküza limanındaki şu göz kamaştırıcı gemiye bir bakın hele: II. Hieron’un komutasındaki bu gemi
Korintli Arşias’ın tersanelerinde inşa edilmiş. 5.000 tonajlık hacmi var ve 3.900 ton tutarında mal taşıyabiliyor. Yolcular
özel kamaralarında kalıyor ve lüks salonlarda vakit geçiriyorlar. İskenderiye-Siraküza yolunu
altı günde alabilen bu dev gemide 600 tayfa hizmet ediyor
300 asker de onlara eşlik ediyor.Birkaç yüzyıl atlayarak. Roma egemenliğinin en parlak cağında 6 kilometrelik rıhtımı
112 hektarlık havuzlarıyla Akdeniz ticaretini Roma’ya bağlayan Ostia limanına gidelim. Kalyonları
Ben Hut’un ünlü üç sıra kadırgalarını ve Arşimet’ten bu yana pek önemli bir gelişme göstermemiş olmakla birlikte 200 yolcu ve 3.400 hektolitre buğday taşıyabilecek kapasitedeki kabotaj (bir ülkenin iskele ya da limanlan arasında işleyen gemiler; bu gemileri işletme işi.) gemilerini selâmlayalım. Bunlar İskenderiye den Roma’ya sadece on günde gidiyor… Romalılar
rüzgârları iyi tanıdıklarından
yolculuklarını Hint okyanusuna; oradan da kervanlarla Çin’e kadar uzatabiliyorlar.Deniz
Irmak ve Gemiciliği
Kristof Kolomb zamanındaki
1.600 tonajlık
1.200 kişiyle 200 top taşıyan yelkenliler ve 100-200 tonajlık küçük gemiler de gelişmişti. XIII. Louis 70 metre uzunluğunda
15 metre genişliğinde
72 top taşıyan ve 15.000 metre kare yelkenleri olan bir gemiyi 1638′de denize indirdi. XIV. Louis zamanında
özellikle Fransız ve Hollandalılar sayesinde düzenli yolcu seferleri başladı. Gemilerin uzunluğu hâlâ 60 metreyi geçmiyordu
ama denge sağlayıcı yan omurgaları
bir kablo aracılığıyla idare edilen çember dümeni ve mükemmel manevra kabiliyeti sağlayan sayısız kare yelkenleri vardı. Kat kat uzanan güvertelerdeki namlular
düşmana 500-600 metre yaklaşınca ateşe başlarlardı.1624 yıllarında bir Hollandalı fizikçi
elips biçiminde keresteden yapılmış ilk denizaltıyı suya indirmişti. Yukarı aşağı işleyebilen küreklerle yol alan bu gemi
Westminster’den Greenwich’e doğru dört metre derinlikte
iki mil kadar ilerleyebilmişti.Gemiciliğe paralel olarak limanlar da gelişmekteydi. Gemilerin limanlara girişini güvenliğe almak için kıyı dalgakıranları inşa etmek
karaya yanaşabilmeleri için havuzları derinleştirmek ve yüklerini boşaltabilmek için rıhtımları uzatmak gerekiyordu. Hamburg
Amsterdam
Le Havre
Liverpool
Nantes
Bordeau
Lisbon gibi deniz limanları durmadan büyüyor
Anvers
Londra gibi ırmak limanları gelişiyordu.Suyolunun avantajları uzun zamandan beri bilinmekteydi. Ticaret trafiğinin gerektirdiği
tarifelere göre düzenli işleyişe en iyi suyolu karşılık verebiliyordu. Üstelik itici güç burada
karayollarından daha yüksek verim sağlıyordu. Tonlarca yükün dağları ve vadileri aşması için kaç beygire ihtiyaç vardır? Oysa
bunlar küçük bir mavnaya yüklendikten sonra
kıyıdan tek bir beygirle çekilebiliyordu. Akarsuyun bu işe uygun olmadığı yerlerde de kanallar açmak zorunlu oluyordu. Venedik’in olağanüstü gelişmesi ve önemi
sahip olduğu kanal şebekeleri sayesinde Batı Avrupa ile doğu ülkeleri arasında bağlantı sağlayabilmesinden ileri gelmiyor muydu? Bunu
daha sonra. Kuzey ve Orta Avrupa ile Amerika arasında
Amsterdam yapmaya başladı.İtalya
Rönesans’ta uygarlığın öncülüğünü yapmıştı; araştırmacıların zekâlarını kanal tekniği yönünde de işletmeleri beklenirdi. Lombardiya
arklarla sulama sistemini XI. yüzyılda uyguladı. XII. yüzyılda Tessin’in
XIII. yüzyılda da Adda’nın yatağını değiştirmeyi başardılar. Su işleri tekniği yaygınlaşıyordu. Hollanda ve Fransa ilk tasarılarını hazırladılar. XV. yüzyılda Seine’de Eure’den Troyes’a kadar gemiler işlemeye başladı. XVI. yüzyılda
Fransız mühendisi Adam de Craponne (1527-1576)
Ourance ile Rhone sularını birleştiren bir kanal yaptı.Mühendis Domenico kardeşlerin (XV. yüzyıl) geliştirdiği ‘çifte kapılı tasfiye havuzu’ en son mükemmelliğine erişti. IV. Henri 1604′te Briare’da kanal şantiyeleri açtırdı. Bu iş
Tourslu mühendis Hugues Crosnier’ye verildi ve 1642′de işletmeye açıldı. Kralın bir suikasta kurban gitmesi
iç kargaşalıklar ve savaşlar nedeniyle bu iş oldukça uzamıştı. Bununla birlikte resmi makamlar ve mühendisler heyecan yaratan bir proje hazırladıkları için çalışmalar sürdürülmüştü. Proje
Okyanus’la Akdeniz’i bir kanalla birleştirmekti ama
bu yüce kişiler
hiç bir şey gerçekleştiremediler. Uygulanabilir bir planı sonunda Languedodu basit bir vergi memuru olan Pierre-Paul Riquet (1604-1608) teklif etti ve Colbert’in de desteğiyle 1667′de ilk kazmayı vurdu. Eserinin sona erdiğini (1681) görmenin kıvancına erişemediyse de
Riquet’in onur verici bir işi başardığı tartışmasız kabul edildi.Bu çağda Hollanda’da iç suyolları gemiciliğinde büyük gelişmeler görülmüştü. Sanayi ve tarım merkezleri
mavna seferleriyle birbirlerine bağlanmıştı. Sözgelişi Delft ile Rotterdam arasında en az on altı tekne işlemekteydi. Bu ulaşım araçlarının düzenliliğinden suyolunda sarsıntı olmadığı için rahatlığından ve ucuzluğundan ötürü
insanlar
âdeta eşyalara imreniyorlardı… Çünkü bunlar ırmaklar boyunca keyifli keyifli giderlerken
insanların
yoldan başka her şeye benzeyen
atların ayaklarını ya da arabaların dingillerini kırdıkları şoselerde eziyetli yolculuklara mahkûm edilmeleri haksızlık değildi de neydi? Bu nedenle de XV. yüzyıldan başlayarak insanların da suyoluyla taşınması tasarlandı. Bu girişimler
XVII. yüzyılda resmiliğe büründü ve suyoluyla düzenli şekilde insan taşıma işi ancak o zaman gerçekleştirilebildi. Böylece “su arabaları”
kara arabalarıyla ciddi bir rekabete başladı.Su arabaları
Fransa’da 1625′te Paris-Tours arasında işlemeye konuldu. Bunu Auxerre
Lyon
Nantes “hatları” izledi. Yolculuk uzun sürüyordu
ama en az üç kat daha ucuz ve kara taşıtlarıyla kıyaslanamayacak kadar da rahattı. Yolcu taşıyan şık ve süslü vapurlarda yolculara ayrılan bölümlere
manzarayı seyredebilmeleri için baştan başa cam takılmıştı. 

