Yedi Uyurlar Gizemi
1-SAYFA | 2-SAYFA | 3-SAYFA | 4-SAYFA | 5-SAYFA |
Hristiyan ve müslüman anlatıları içinde belki de en ilgi çekicisi Yedi Uyurlara ait olanıdır. Hikaye kendi içinde bir gizemi saklamaktadır. Kulağa hoş gelen bu anlatının arkasındaki gerçek neydi?
Hıristiyanlığın Roma Devleti içine iyice yayılmaya başladığı sıralarda yedi Romalı askerin başından geçen ve “Yedi Uyurlar-Seven Sleepers” olarak bilinen bir anlatı hem Hıristiyanlık ve hem de Müslümanlık inanışlarında ölümden sonra dirilişe örnek olarak anlatılmaktadır. İslam dininde “Eshab-ı Kehf – Mağara İnsanları” olarak bilinen bu efsaneden Kehf süresi söz etmektedir.
M.S. 67 yılında Efes kentine gelen İsa’nın havarilerinden Aziz Paulus, üç buçuk yıl burada Hıristiyanlığı yaymak için mücadele etmiştir. Önceleri Romalı yöneticiler bu dinin yayılmasına aldırış etmemişler ve kendileri için tehlikeli bulmamışlarsa da, gittikçe yaygınlaşması ve kitlelere mal olası Romalıları korkutmaya başlamıştır. 249 yılında başa geçen İmparator Decius, devletinin birliğini tehlikede görerek bu yeni dinin taraftarlarına karşı şiddet ve baskı devrini başlatacaktır. Öncelikle bu dini gizli bir örgütleme; devlet birliğini bozmaya yönelik bir suikast girişimi olarak kabul ederek yeni Hıristiyanları ağır bir biçimde cezalandırmak için elinden geleni yapmaya başladı. Artık Roma dininin gereklerinin yerine getirilip getirilmediği sık bir biçimde takip ediliyordu. Bu yükümlülüklerden kaçınanlar derhal cezalandırılıyorlardı. Roma mahkemeleri Hıristiyanları sorgusuz sualsiz yargılayarak mahkum ediyor, işkence uygulamalarına göz yumuluyordu. Bir yandan da Hıristiyanlıktan dönenler “liberlus” denilen bir resmi belge ile bazı ayrıcalıkla tanınarak ödüllendiriliyor ve teşvik ediliyordu.
İşte tam bu sırada Efes kentinde yaşayan altı genç artık dayanılmaz olan bu baskıdan kaçarak dağlara sığınmaya; dinlerinin gereğini olan ibadetlerini burada her türlü baskıdan uzakta gerçekleştirmeye karar verdiler. Bir Ağustos günü kentten gizlice ayrılarak yola koyuldular. Sığınacak bir yer aramaya başladılar. Tam bu sırada karşılarına bir çoban denk geldi. Çobana dertlerini anlattılar. Kendisi de Hıristiyan olmuş ve baskıdan bıkmış olan çoban “- Eğer beni de aranıza alırsanız, bildiğim bir mağara var sizi oraya götürürüm” dedi. Çobanın yanındaki Kıtmir imindeki köpek de gruba katılarak mağaraya doğru yürümeye başladılar. Ne kadar köpeği kovdularsa da, köpek bir türlü yanlarından ayrılmak istemedi. Böylece yanlarında köpek ile birlikte yedi genç mağaraya ulaştılar.
Mağarada uykuya daldılar. Böylece İmparatorun bir ferman ile ilan ettiği Putperest Kurban törenine katılmaktan kurtulmuşlardı. Ama Romalı askerler de bu arada boş durmayacaklardır. Her ihtimale karşı Hıristiyanlar törenden kaçmasınlar diye gördükleri her mağaranın ağzını taşlarla kapatacaklardır. Böylece uyur halde bulunan gençler ve köpek mağara içerisinde kapalı kalacaklardır.
Yedi Uyurların ne kadar süre ile mağarada uyur vaziyette kaldıkları bilinmemekle birlikte Kur’anın Kehf süresinin 25 nci ayetinde 309 sene olduğu söylenmektedir. Hıristiyan tradisyonları ise 200 sene uyuduklarını iddia etmektedir.
Bu süre içinde İmparator ölmüş, Hıristiyanlar üzerindeki baskı kalkmış, herkes yeni dini geliştirmenin yollarını armaya başlamıştır. Gençler bir sonbahar günü (27 Temmuz, 3 Ağustos veya 22 Ekim) uyanılar. Kur’anda mağara içinde geçen süre söyle anlatılmaktadır:
“Bakarsan onları uyanık sanırsın. Halbuki onlar uyumaktadırlar. Biz onları sağ ve sol tarafa çevirir ve döndürürüz. Köpekleri de iki kolunu kapı tarafına uzatmış vaziyettedir”
Ancak bu görünüş pek doğal olmamalıydı ki, Kur’an mağara içinde korkunç bir manzaranın yaşandığını şu şekilde anlatmaktadır:
“Eğer onların bu halini görseydin mutlaka onlara sırtını döner, kaçar; onların bu hallerinden dolayı için korku ile dolardı.”
En sonunda gençler uyanır ve birbirleriyle konuşmaya başlarlar: “ Ne kadar süre burada kaldık” der biri. Diğerleri “bir gün veya daha kısa bir süre” diye cevap verirler. Mağarada kısa bir süre kaldıklarına inana gençler iyice açıkmışlar ve kente inmekten de korkmaktadırlar. Aralarından birini; Yemliha’yı yiyecek alması için kente göndermeye karar verirler. Yemliha elinde üç yüz sene öncesinin parası ile olanlardan habersiz yola çıkar. Yola Hıristiyan hacıları görse bile uyku sersemi onlara kafasını vermez. Ancak kente girerken giriş kapısı üzerindeki haç figürünü görünce, bir gün içinde nasıl olur da bu kadar çok şeyin değişmiş olabileceğine oldukça şaşırır. Ancak kendi açlığı ve arkadaşlarının beklemesi sebebiyle pek inceleme yapmadan doğrudan bir fırına girerek elindeki parayı fırıncıya uzatarak ondan bir ekmek ister. Fırıncı artık tedavülden kalkmış gümüş sikkeye bir bakar “her halde bu adam hazine bulmuş olacak” diyerek etrafı birbirine katar. Hemen üzerinde İmparator Decius’un resminin bulunduğu parayı Romalı askerlere götürür. Polisler Yemliha’yı hazinenin yerini söylemesi için sıkıştırırlar. Yemliha olanlara anlam veremez. Başından geçenleri anlatır. İyice korkuya kapılmış olan genç “Beni İmparator Decius’a götürün, ona her şeyi anlatacağım” der. Çevresindeki şaşkın kalabalık Decius’un iki yüz yıl kadar önce öldüğünü söylerler. Yeni İmparator genci heyecanla karşılar, öyküsünü dinler. Yuhanna kilisesinden bir rahibi de beraberlerine alarak İmparator, Yemliha ve Efes halkı mağaraya giderler.
Bu noktadan sonra efsaneler değişik anlatımlarda bulunmaktadırlar. Birine göre, İmparator diğer gençleri ve köpeği bularak yanına alır, onları kutsayarak ölene kadar sarayında onlara bakar. Diğer bir efsaneye göre ise İmparator ve Yemliha mağaraya gelince; Yemliha önden içeriye girer; yanındakiler korkuya kapılarak giremezler, İmparatorun emretmesi üzerine girmek zorunda kalırlar ve yedi genci köpek ile birlikte uyur vaziyette görürler. Ruhları olmadan ve bedenleri bozulmadan uyuyan gençlere dokunmadan mağaranın yanında bir abide dikerler. Bir başka inanışa göre de, mağara içine girenler hiç bir şey bulamazlar. Yemliha da kaybolur.
Yedi Uyurlar efsanesinin bilindiği ve anlatıldığı her yerde mutlaka bir “Yedi Uyurlar Mağarası” bulunmakta ve buranın gerçek mağara olduğu iddia edilmektedir. İran’da Kiev’de, Fransa’da, İtalya’da, Hindistan’da ve daha bir çok değişik din gruplarının bulunduğu ülkelerde bulunduğu iddia edilen mağaraların en ünlüsü mutlak suretle hikayede adı geçen Efes’deki Panayır Dağı’nın güneyindeki mağaradır. Türkiye’de Afşin, Kahramanmaraş, Tarsus, Antalya ve Urfa’da gene bu efsane ile ilişkilendirilen mağaralar, bölge halklarınca gerçek “Eshab-ı Kehf Mağaraları” olarak kabul edilmektedirler. Yedi Uyurlara ilişkin inanış o kadar etkilidir ki, Çin’de Buddha Tapınağı olarak bilinen bazı mağaralar, burada bulunan Müslüman halk tarafından “Yedi Uyurlar Mağarası olarak sık sık ziyaret edilmektedir.
İslam inanışına göre öykünün kahramanları olan yedi gencin adları; aralarında en büyükleri ve sözcüleri Mekselima, diğrleri Yemliha, Mernuş, Saznuş, Debernuş, Meslina ve Kefeştatayyuş’tur. Hıristiyanlar arasında ise gençler Maximilianos, Iamvlichos, Martinianos, Dionysios, Antoninos, Constantinos and Exacustodianos olarak adlandırılmaktadır. Köpeğin ismi her iki dinde de Kıtmir olarak geçmektedir.
Yedi Uyurların hangi tarihte yaşadıkları tam olarak bilinmemekle birlikte çoğunlukla M.S. 250 yılında uykuya yattıkları kabul edilmektedir. Ancak bazı araştırmacılara göre efsane Hıristiyanlık dinin açığa çıkmasından çok önceleri de anlatılmaktadır. Hıristiyanlık dininin bu efsaneyi kendi bünyesine aldığı savunulmuştur. Bazı din alimlerine göre yedi genc İsa’nın tarih sahnesine çıkmasından çok önceleri uykuya daldığını, ancak Hıristiyanlığın yayılması sırasında bu dinin unsuru olan yediden dirilmeyi kanıtlamak için Tanrı tarafından ortaya çıkarılmışlardır.
Eshab-ı Kehf inanışına benzer daha bir çok inanış vardır. Bunlardan birine göre Havarilerden biri olayın geçeceği kente girmek istediği bir sırada, kapı nöbetçilere tarafından kendisine kapıda bulunan putlardan birine tapması söylenir. Bu teklif üzerin Havari kente girmekten vazgeçer ve civarda bulunan hamamlardan birinde çalışmaya başlar. Etrafına bir çok Hıristiyan toplanır. Bir gün İmparatorun oğlu yanında bir kadınla hamama girmek isteyince, Havari onun bu onursuz davranışını kınayarak kovar. Ama İmparatorun oğlu bir yolunu bularak hamama girecek ve yanındaki kadınla birlikte burada ölecektir. İmparator ölümü bu genç havariden bilir ve peşine öldürmek için adamlarını takar. Havari taraftarlarının bulunduğu bir çiftlik evine kaçar. Burada çiftçi de kendisine katılır. Çiftçi ve havari yanlarında bir köpek ile bir mağaraya saklanırlar. Burada uykuya dalan gençlerin üzerine Tanrı görünmez bir örtü çeker. Askerle mağarayı bulur ancak bir türlü içeri giymeyi başaramazlar. İçerdekileri öldürmek için mağaranın ağzını taşlarla örerler ve çekip giderler. Uzun seneler sonra kaybettiği kuzusunu arayan bir çoban mağarayı bulur girişteki taşları temizler ve içeri girdiğinde gençler uyanırlar. Acıktıkları için içlerinden birini ekmek almak için kente gönderirler. Gerisi bilinen hikaye…
Bir başka rivayete göre ise Eshab-ı Kehf Hıristiyanlığı kabul eden bir grup Romalıdır. Bir mağarada ibadet ederken uyuya kalmış ve yıllarca uyumuşlardır. Hıristiyanlar arasında ruh ve bedenin nasıl dirileceği konusunda şiddetli tartışmalar yaşandığı bir sırada, hükümdarları işin kötüye gideceğini anlayarak Tanrıya bu tartışmaları kesmek için bir örnek göstermesi konusunda yalvarır. Bunun üzerine Tanrı, Eshab-ı Kehf’i diriltecektir.
Bunun gibi daha bir çok anlatıyı derlemek mümkündür. Kuran’ın Bakara Suresinin 256 ncı ayetinde yüz sene eşeği ile çöken bir yapının altında kalan ve daha sonra dirilen bir adamdan bahsedilir. Eshab-ı Kehf’in nasıl olur da hiç bozulmadan üç yüz yıl mağarada kaldığı, olayın gerçek olup olmadığı tartışılmıştır.
Zaman içinde yolculuk yapmak artık bilim çevrelerinde de çok tartışılan konulardandır. Gençler mağara içinde manyetik bir çekimin etkisi ile uykuya dalmışlar ve zaman içinde bir sıçrama yapmış olmalıdırlar. Eskinin bir çok efsanesinde mağaraların bu çeşit yolculuklar için çok müsait yerler olduğu ısrarla vurgulanmaktadır.
Heredot , İskit rahibi olan Zalmoxis’in yer altında üç yıl boyunca yaşadığını; müritlerinin ondan ümidi iyice kesip yas tutmaya başladıkları dördüncü sene ortaya çıktığını anlatmaktadır ( Tarih IV:95 ). Gılgameş destanında da güneşin hareketine bağlı olarak bir perde ile kapatılmış ağzı olan Meşu Dağından bahsedilir. Eski Hindu, Türk ve Moğol destanlarında mağara ve yer altlarında zamanın bir su gibi hızla aktığı kabul edilmektedir.
1382 yılında İsviçre’de bir kış mevsimi evinde uyuyan Olaf Bjornson ilkbaharda, tabiat uyanırken uyanmıştır. Kendisinin yıllar önce kaybolduğuna inanan insanlarla karşılaştığında Olaf önceleri olanlara bir alam verememiştir. Çevresindeki insanlardan evi ile birlikte sekiz yıl kadar önce gözden kaybolduğunu öğrenmiştir. Gene bir kış günü Olaf evi ile birlikte ortadan kaybolmuştur. Sekiz yıl son hiç ihtiyarlamadan yeniden uyanan Olaf çevresindeki insanların ilgi kaynağı olacaktır. Ev hiç bozulmamış, Olaf genç kalmıştır. Ancak bir gün sonra Olaf ölür ve olay da unutulur.
Almaya’da uykuya dalan bir başka çift Hans Schmidt ve 1723 yılında İngiltere’de Thomas Durst isimli kişiler uyandıklarında üç yıl gibi uzun bir zamanın geçmiş olduğunu görmüşlerdir.
Evliyaların da uzun süreler mağaralarda ibadete daldıkları, yıllarca yanlarına hiç yiyecek almadan dağlarda yaşadıkları anlatılır.
Acaba tüm bu anlattıklarımız Eskilerin bizim bilmediğimiz bilimleri sayesinde zaman içinde ileriye doğru yol alabildiklerinin bir sonucu mudur?