Stanislavski'nin Tiyatro Anlayışı
Oyunculuk söz konusu oldugunda Stanislavski’ye gelene kadar pek çok oyunculuk anlayışından söz edilebilir. Eski Yunan’dan beri tiyatro adamları tiyatro sanatının en önemli iki ögesinden biri olan oyuncuyu her fırsatta ele almış, bir oyuncunun seyirciye rolünü en kolay ve etkili bir biçimde nasil aktarabileceği sorusu her an gündeme gelmistir.Aiskhilos’tan Seneca’ya, Sheakespeare’den Goethe’ye, Schepkin’en Stanislavski’ ye pek çok tiyatro ve sanat adamı bu konu üzerinde titizlikle durmuşlar ve oyunculara çeşitli oynama biçimleri önermişlerdir.
Ancak Stanislavski’ye gelene dek oyunculuğu bir yöntem sorunu olarak belirleyenine rastlanmadı. Oyunculuk konusuna bilinçli ve bilimsel bir biçimde yaklaşan tiyatro adamı Stanislavski’dir diyebiliriz.
Stanislavski’den önceki oyunculuk okulları sanatçı adaylarını yalnızca dış yönleriyle (bale, eskrim, konusma, diksiyon) yetiştiriyorlardı. Bunların hiçbiri oyuncunun iç mekanizmasina önem vermiyordu.
Oysa Stanislavski sahnede insan ruhunun yaratılmasını, var edilmesini gerekli görüyordu. Sanatın ereği insanlar arasında ruhsal bağ saplamaktı. Bunun için oyuncunu iç dünyası, ruhu yaşatmaya başlamış olması, oyunculuk sanatının temel taşı olmalıydı.
Bu düşünceden hareketle, çağının bilim adamlarıyla iş birliğine giren Stanislavski, özellikle, ”birey psikolojisi” ve “denetim altına alinabilen bilinç alti” konularında, bilim adamlarina bile ışık tutacak buluşlar geliştirdi. Bu buluşları oyunculuk sanatının temel taşlari olarak, sınamaya başladı.
Stanislavski, yeni oyunculuk anlayışını geliştirirken, zamanın oyunculuk anlayışı ise iyice gerilemiş, seyirci-oyuncu ilişkisi tamamen kopmuştu.
Zaten toplum alanında olsun, sanat ve düşünce alanında olsun soysuzlaşmanin basladığı anlarda soylu olana doğru bir atılım yapıldığı görülür.
Tiyatro işte böylesi bir soysuzlaşma, temel amacından uzaklaşma süreci içindeydi. Tiyatroyu parazitlerden arındırmak, asıl yerine oturtmak ancak köklü çözümlerle olabilirdi. Bu temel ise oyuncudan başlıyordu.
Yeni arayislar kuşkusuz Stanislavski ile başlamadı. Ondan çok önce Mikhail Schepkin daha 19.yüzyilin başlarında soysuzlaşan tiyatroya karşı durmuş ve bir takım kurallar ortaya koymuştur.
Stanislavski de Schepkin gibi her oyuncunun doğal sesini ve vurgusunu kullanmasi gereğinden hareket etmiştir. O zamana dek, belirli duygulari ancak belirli ses tonlariyla yansıtmak gelenek haline gelmisti.
Örnegin öfkeyi yansıtmak için mutlaka belirli bir ses tonu kullanılırdı. Herkesin kendine göre ses perdesini degiştirme özelligi oldugundan hareketle Stanislavski bu geleneksel yöntemden ayrildi. Ona göre bazi insanlarin öfkelenmesi gök gürlemesi gibi, bazilarininki ise şöminede yanan odunun hışırtısıi gibi olabilirdi.
Devrinin soysuzlasan tiyatro sahne ahlaki konusunda da Stanislavski’nin önemle üzerinde durmasina neden oldu. Sahne ahlaki ve disiplini sorunu da Stanislavski’den önce ele alinmis, çok önemli ilkeler olmalarina karsin pek de etkili olmamistir. Özellikle bu konu üzerinde Ostrovski ısrarla durmus ve belirledigi ilkeleri üç madde içinde toplamisti.
1)Oyuncularin birlesik güçleri ile mümkün olan en yetkin etkinin saglanmasi.
2)Oyuncunun üstüne aldigi rolün degerinin, ancak temsilin örgensel bütünlügüne katilmasi ile ortaya çikmasi.
3)Her oyuncunun, oyun bütünlügünü göz önüne alarak ne fazla, ne de eksik sey vermemesi.